KÖŞE BUCAK
Mehmet Salih KÖSE
Eğitim Uzmanı
Eskiden sofra kurulurdu ortaya, insanlar yer minderlerinde dizilirlerdi yanyana. Bir tastan yenirdi yemek, sonraları herkes ayrı bir tabaktan yemeye başladı.
Sofralar kurulurken önce kaşıklar konurdu sofraya, sonra tabaklar. Hâlâ bu gelenek böyle sürer; yalnız değişen kaşığın yanına bir de çatal bıçak eklediler. Kaşıklar da boy boy oldu. Yemek kaşığı en boylusu, tatlı kaşığı, çorba kaşığı. Diyebiliriz ki sofraların en önde olanı kaşıktır.
Şimdi bunları yazıyorum ya duyar gibiyim bazı dostlar “alt tarafı bir kaşık” der gibiler. Hâlbuki kaşık bizim kültürümüzde çok önemli yer tutar.
Kaşık sofradaki yemek ile ağzımız arasında sanki yemeği taşıma aracıdır. Yalnız bizim kültürümüz bu aracı çok önemli görmüş; her yıl model değiştirerek kaşık üzerine sanatsal güzellikler ortaya koymuştur.
Çok çok öncelerden çamurdan yapılırdı kaşık. Toprak pişirilir ve ona kaşık şekli verilirdi. Sonra tahta kaşık yapımına geçildi. İlk tahta kaşığın Karaman’dan Konya’ya gelen medrese öğrencileri tarafından yapıldığı söylenir. Kaşıkçılık, sonraları bir iş kolu oldu. Kaşıkçı köyler Anadolu'da çoğaldı. Kaşık satıp geçim sağlayan ahşap oyma ustaları sayısı arttı. Bazıları da kaşık oyarken özel ağaçlar seçti, bu kaşıkları oyarken kendi sanatlarını ortaya koydu. Bilhassa kaşık sapına kendi sanatını işledi. Desenler, şekiller yaptı. Değerli taşları bu sapın içine yerleştirdi. Bazı kaşık yapanlar da bu sapı çeşitli renklerde boyadı. Cilaladı ve öyle sattı. Mesela şimşir ağacından yapılan kaşıklar çok değerli oldu.
Evde bulunan her kişinin ahşap kaşığı ayrı ayrıydı. Her kaşık üzerine bir işaret konularak kime ait olduğu belirlenirdi. Aile içinde hiç kimse bir başkasının kaşığı ile yemek yemezdi. Misafirler için de ayrı kaşık çıkarılıp masaya konurdu. Bunlara misafir kaşığı denilir, misafir gidince temizlenir, sandığa veya dolaba yerleştirilirdi.
Padişahlık dönemimde padişahlara özel kaşıklar yapılır ve kaşığın üzerine özel ayet ve beyitler yazılırdı. Veliaht Murat, Avrupa’ya giderken gözdesi Şayan’a üzerinde şu sözler yazan kaşık hediye etti. “Vuslat-ı Şayan, senin der devran.” Böylece duygularını ortaya koydu.
Türk Edebiyatında kaşık çapkındır: “Rapta gelmez bu kaşığın budağı/Hilesiyle öper dilberdudağı.”
Tahta kaşıklardan sonra metal kaşıklar yapıldı. Bu metal kaşıklar üzerinde desenler, şekiller sanatçılar tarafından işlenmiştir. Ticari amaçlı gümüşlü, mercanlı, altın kaplamalı süslü sanat eseri olan kaşıklar yapılmıştır. Kaşıkçılık bir sektör haline gelmiş, bazı kaşıklar marka olmuştur.
Kaşık sadece bir yemek yeme aracı olmamış müzik aleti olarak da kültür hayatımıza girmiştir. Meşhurdur Silifke’nin yoğurdunda kaşık sesleri.
Kaşık söz sanatları, hayatımıza da girmiştir. “Kaşığı ile verdi, sapı ile çıkardı.” İyilik arkasından yapılan bir zararı anlatır.
Yoksulların dilinden şu söz hiç düşmemiştir: “Kaşık sepetinde fareler oynuyor.” Bir de günümüzün hastalığı obezite olan obur insanlar için söylenir: “Kaşığı yanında taşır.” Karalı insan, yaptığından dönmeyen kişinin dilinden düşmez şu söz: “Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.” Aynı düşünceyi aynı fikri savunan bilhassa da aynı siyasi görüşte olanlar için derler. “Aynı kaşıkla aş yedi.” Bir de paylaşımcı, bölüşümcü insanlar vardır. Ortak paylaşım için “Cümlenin kaşığı aynı kaba girsin.” derler de asla bu düşünce dünyada gerçekleşmez. Bunu gören, dünyanın olumsuzluklarına kızıp tepesi atanlar karşısındaki kin duyduğu düşmanı “bir kaşık suda boğacak.” modundadırlar.
Bir de âşıklar vardır. Karasevdalılar, dost canlıları. Eskiden şöyle başlarlardı mektup yazmaya: “Ağzımın kaşığı, gözümün ışığı...” Bu sözlerde samimiyet, sevgi, içtenlik ve aşk yatar.
Anadolu’da akşamüzeri okunan duaya “kaşık çalımı” denilir.
Anneler genç kızlarına ev işi öğretirken bulaşık yıkama usullerini de öğretirdi. Eskiden bulaşık makinesi yoktu. Bulaşıklar elle yıkanırdı. Genç kızların da hiç hoşlanmadıkları iş bulaşık yıkamaktı. Anne bu işin nasıl yapılacağını anlatırken kızının da gönlünü alır ve kızına şöyle derdi: “Bu kaşık güzel kaşık/Sakın bırakma bulaşık.”
Hadi bir de bilmecemiz olsun bu konuda: “Sapı uzun kumbara/Erzak taşır ambara.”
Aceleci ve telaşlı insanlar yok mudur toplumda. Elbette var. Onlara da “Hopladı aştı eşiği/sofrada kaldı kaşığı.” Bilhassa tütün yetiştiricileri için bu söz çok söylenir. Yağmur yağarsa yemekte olsa da kişi koşup vagonları dama atmak zorundadır. Yoksa kurumaya bırakılmış tütün ıslanır ve çürür.
Sosyal hayatımızda seven ve sevilenler vardır. Genel adı “sevgililer.” Hep onlar birbirini görmek için çeşitli tavırlar ortaya koyarlar. Onlar için de;
“Havadadır ışıklar
Sabırsızdır âşıklar.
Göz dünyayı görmüyor;
Sofrada kaldı âşıklar.”
Bereketli sofralarınız olsun, ister gümüşten ister altından kaşıklarınız olsun ama mutlaka evinizde bir de şimşir kaşığı bulunsun torunlarınıza göstermek için. Kaşıklar bizim kültür dünyamızda güzel yer tutar.
Eskiden Yemen çöllerine doğru gönderilen askerlerimize bir kaşık bir de sahan verilirdi.
Unuttuk, unutacağız. Belki de bizim en büyük felaketimiz bu unutma olacak. Bak bazı insanlara, ülkelere. Kaşıkla verir, kepçeyle alırlar.
Bugünlük bu kadar. Hoşça kalın dostlar.