KÖŞE BUCAK
Mehmet Salih KÖSE
Eğitim Uzmanı
BİR ZAMANLAR BU ŞEHİRDE
BİZ DE ÇOCUKTUK
Hepimiz çocuktuk hatırlar mısınız? Hatırlar mısınız o günleri? Üzüntümüz de olurdu mutluluğumuz da. Ama en çok mutlu günleri, mutlulukla kucaklaştığımız anları hatırlarız şimdi.
Oyuncaklarımız olurdu tahtadan, taştan, kâğıttan. Bilyeli tahta arabamız, demirden çemberimiz, kâğıttan futbol topumuz, topacımız, çelik çomağımız olurdu. Pullarımız olurdu; Metin Oktaylı, Lefterli, Mikro Mustafalı futbolcular; Orhan Günşiray, Ayhan Işık, Eşref Kolçak, Süleyman Turan, Ediz Hun Göksal Arsoy, Belgin Doruk, Filiz Akın, Nebahat Çehre, Fatma Girik, Türkan Şoray gibi artistler resimleri. Kızlar genelde ya Filiz Akın’a benzemek isterdi veya Türkan Şoray’a. Erkekler Göksal Arsoy olma peşindeydi. Neşeli geçerdi günler, hafta sonu sinemalar, kırlarda piknik yapanların yanında ya sıçan uçurtması uçurulurdu veya hartamalı. Piknik yerleri Ayliya, Sarıtaş, Çamlık ve Hamam Çimeni olurdu.
Firar oyunu başlardı Orta Mahalle’den, çıkardı Kalanima’dan. Mahalleye ender çıkan kamyonların peşinden koşmak ayrı bir zevkti. Hatta takılıp Gıvgıv’ın arabasına köprüde inmek bir kahramanlık vesilesiydi. Nasıl koşardık hatırlar mısınız arabaların peşinden ve nasıl kızardı bize araba sahipleri. Ama durmak olmaz. Hele gelin arabalarının yollarının bayrakla kesilmesi. Düşünürdük herkes bayrağa karşı saygı duyacak ve mutlaka bahşiş verecek. Nitekim öyle olurdu da. Aldık mı iki buçuk lira hafta sonu ya sinemaya veya maça. Ama kolay mı bayrak bulmak. Bir mahallede zorla bulunurdu bir bayrak; o da öğretmen çocuklarında. Yol bir yerde kesilir, bahşiş alınır. Bayrak alınır elli metre yüz metre aşağıda tekrar kesilir. Bir ip ortasında bayrak. Yolda taşlar dizilirdi. Bazen damat boş zarf verir ve yolu açtırır geçerdi. Para almışsak mutluluk bir güneş gibi doğardı içimize. Boş zarf gelmişse kızardık kendi kendimize...
Marka meyve bahçeleri vardı. Elması, armudu, mandalinası, portakalı, kara kara üzümü, inciri meşhur. Mesela Harbiye Teyze’nin mandalina bahçesi, İhsan Birinci’nin ayva ve elma bahçesi, Gülmez Osman’ın bahçesinde her çeşit meyve, Kazancılar’ın portakalları, Emin Bey’in bahçesindeki narlar, Akıl Muhtarı’nın armut ağacı, Söhere’nin üzüm bağları, Dere Mahallesi’nde torosan ve patlıcan incirleri hep hedef olurdu biz çocuklara. Hangi mahallede hangi meyve ağacı var adresiyle bilirdik. Planlar yapardık görünmeden almak için. Kimi zaman yakalanır azarlanır kimi zaman ailemize söylenir dayak yerdik akşamları. Eğer şikâyet edildiğimiz duyulmuşsa erken giderdik evlere dayak yememek için; hasta numarası yapar girerdik yatağa.
Zaman gelir yağmur yağardı. Top oyunumuz yarıda kalmasın diye yağmur durması için çayırları bağlardık birbirine ve sokardık duvar deliğine. Kimi zaman sanki büyümüz tutardı. Yağmur kesilirdi aniden, devam ederdik oynamaya. Öyle ya beşte haftayım onda maç bitecek. Terden su olurduk. Sonra koşardık mahalledeki çeşmelere. Önce yüzümüzü yıkar sonra terli terli kana kana su içerdik. Sonra da karşı takımın oyuncularını kızdırırdık. Sırf bu yüzden arkadaşlarımızla kavgalarımız olurdu zaman zaman. Gökkuşağı çıkınca düşerdik peşine. Düşsel güçle giderdik dağ tepe. Ama yakalayamaz ve altından geçemezdik bir türlü. Eğer üzerimizde doğmuşsa bir niyet tutardık kendimizce. Mesela çocukluk aşklarımıza dair...
En bilinmez uzaklara bakıp hayaller kurardık kendimizce. genelde de Ruslar gemilerle gelirse ne yapacaktık. Buna karşı senaryolar oluşturur anlatırdık birbirimize. Ninelerimizden dinlediğimiz bir masalı anlatırdık zaman zaman. En çok hoşumuza gidense arkadaşımızın gittiği bir filmi anlatmasıydı. Eğer biz de sinemaya gideceksek anlatmasını istemezdik.
Sebatspor’un idman günlerini ezberlemiştik. Çok hoşumuza giderdi Zekeriya Bali’nin bağırması ve çabuk çabuk konuşması. Hamam Çimeni’ne gider, kale arkasına gelen toplara bir vole vurmak çok hoşumuza giderdi. Zaman zaman dereye denize giderdi toplar. Koşar alırdık hiç korkmadan.
Karadeniz hırçındı. Yüzmeyi öğrenmeye çalışırdık plajın önündeki kayalardan. Baş kayaya gitmek cesaret isterdi. Şimdi o kayalar yok yerinde. Genelde büyüklerimizle giderdik denize. Zaman zaman ailelerimiz kızardı bize, tembih ederdi tanımadığınız kimselerle girmeyin denize diye. En çok Tuzakçı Ali’den topaç, misket alırdık, zaman zaman Molla’nın Hafız’dan arabalar alırdık. Almazsak bile vitrine koyduğu oyuncak arabalara uzaktan bakardık hayran hayran. Hatta çok baktık diye azar işitirdik zaman zaman. Maç dinlemeğe giderdik Zeki Sezgin’in dükkânının önüne. Sesi verirdi dışarı Kadir Aga, biz dışarıdan Orhan Ayhan veya Halit Kıvanç’ı dinlerdik. Hiç unutmam Rusya ile yaptığımız milli maçı. Yenmiştik Rusları 2-0 ve çok sevinmiştik çocukken.
El ele tutar, kapan oyunu yapardık. Çiçeklerden taç yapardık başımıza. En çok ilkokul öğretmenlerimize hanımeli ve gül getirmekten hoşlanırdık. Hatta yoluna koşup çantasını taşımışsak mutluluğumuz anlatılamazdı. Uçardık sevinçten. Eve gidince annemize büyük bir gururla öğretmenimizin çantasını taşıdığımızı söylerdik. Bu bizim için kutsak bir sevgi, anlatılmaz bir tutkuydu.
Hatırlar mısınız nasıl geçti çocukluğunuz? Belki yoksulduk. Paramız yoktu. Oyuncağımız yoktu. Ama yine de mutluyduk. Çünkü bahçelerimiz vardı. Bahçemizde çiçeklerimiz ve ağaçlarımız vardı. Trafik derdimiz yoktu. Güvendeydik, korkmadan dolaşırdık mahallemizde. Kedilerimiz uyurdu penceremizde.
Yıllar öncesinde çocuk olarak geldim. Bu kenti sevdim. Belli bir zaman içinde gideceğim. Şu kocaman dünyanın çok çabuk değiştiğini ve kirlendiğini gördüm. Tükenmez bu yüzden acılar yüreğimde. Ama çocukluğumdan kalan bir umut ve bir ışık halka yüreğimde.
Aynı evler, aynı sokaklar, aynı insanlar, aynı tutkunluk yok şimdi. Çiçekler yitirdi parıltısını. Hâlâ benim yanımda çocukluğum.