Beton binaların arasına sıkışmış parklar ve bahçeler, hem ruhumuzu hem de bedenimizi dinlendiren nadir alanlardan biri.
Son yıllarda, şehrimizin birçok bölgesinde yeni projeler ve inşaatlar yapıldığını gözlemliyorum. Ne yazık ki, bu projelerin birçoğu yeşil alanları ve parkları yok ederek gerçekleşiyor. Bir parkın yerine alışveriş merkezi, bir bahçenin yerine otopark yapılıyor. Bu durum, sadece fiziksel olarak değil, psikolojik olarak da bizleri olumsuz etkiliyor.
Yeşil alanlar, bizler için sadece birer dinlenme noktası değil, aynı zamanda sosyalleşme ve doğayla iç içe olma fırsatı sunuyor. Araştırmalar, doğayla iç içe olmanın stresi azalttığını, zihinsel sağlığı iyileştirdiğini ve genel yaşam kalitesini artırdığını gösteriyor. Ancak şehirleşmenin getirdiği bu hızlı değişim, yeşil alanları tehdit ediyor ve bu da bizi doğadan uzaklaştırıyor.
Yeşil alanları korumak, sadece belediyelerin ve yetkililerin görevi değil, aynı zamanda bizlerin de sorumluluğunda. Bu konuda bilinçlenmek ve bilinçlendirmek, atacağımız en önemli adımlardan biri. Yeşil alanların korunması için yapılan çalışmalara destek olmak, bu alanların önemini vurgulamak ve gelecek nesillere daha yaşanabilir bir şehir bırakmak için hepimizin katkıda bulunması gerekiyor.
Unutmayalım ki, şehirleşme ile birlikte gelen değişimler kaçınılmaz olabilir, ancak yeşil alanları korumak ve bu alanların değerini bilmek bizlerin elinde. Şehirlerimizi daha yaşanabilir kılmak için yeşil alanlara sahip çıkmalı ve onları korumak için hep birlikte mücadele etmeliyiz. Bu, hem bugünkü yaşam kalitemiz için hem de geleceğimiz için büyük bir öneme sahip.