VESSELAM
İsmail TOPAL
Evet, sevgili Cengiz de yazısının başında belirttiği toplumsal arızaya kendisini öylesine kaptırmış ki, ne yazmışsak eğritme ihtiyacı hissetmiş. Kim bilebilir, belki de bilinçli bir tercihtir bu.
“Başkan Yardımcısı Cevdet Bayraktar bir saygısızlığa maruz kalan sanatçıdan özür diledi. Bizim gazete de bunun için manşet atmış.” diyerek yanlış bir temelle yazısına başlamış sevgili Cengiz. Hayır. Biz Cevdet Bayraktar’ın sanatçıdan özür dilemesini manşete taşımadık. Manşetimiz, Bayraktar’ın özür metnini Belediye özür dilemiş gibi kurumun resmî internet sayfasında ve kendi ismi olmadan yayımlamasıydı. Zaten bunu “Akçaabat Belediyesi’nde bir ilkmiş, kurumsal özür dilemek meselesi” diyerek bildiğini yazısında da ikrar ediyor.
“Ortada bir gerçek var, bir de itiraf var: Belediye Kültür Müdürü Turhan Bektaşoğlu birilerinin yanlış yönlendirmesinden kaynaklanan durumla hiç yapmayacağı bir şeyi yapmış ve çıkmış sanatçıya hiç de hoş olmayan bir davranışta bulunmuş.” diye devam ediyor sevgili Cengiz.
Orada olmadığı halde bunu nereden çıkardığını anlayamadım. Tarafların beyanları diyeceğim, bunu Cevdet Bayraktar bile söylemedi; yayımladığı özür yazısında “süre sıkıntısı yaşandı” dedi. Hatta kendisine yöneltilen soruya cevap verirken Bektaşoğlu’nun tavrını “babacan bir tavır” olarak nitelendirdi.
“Turhan Bektaşoğlu’nu yerden yere vurmuyoruz lakin bir sanatçıya yapılan saygısızlık var ortada. Bu saygısızlığı bulunduğu kurum adına özürlerini bildiren bir yazı kalem almış Cevdet Bayraktar.” diyerek devam ediyor sevgili Cengiz. Halbuki o metinde “saygısızlık” kelimesi de geçmiyor; sadece Bayraktar’ın özür dilemesi var. O yazıda Bektaşoğlu’nun özür dilediğine dair de bir bilgi yok.
Asıl sıkıntı da sevgili Cengiz’in de şecaat arz ederken dile getirdiği “kurum adına özürlerini bildirmesi” kısmı. Sevgili Cevdet Bayraktar’ın böyle bir yetkisi yok. Belediye’de sadece Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyor. Kurum adına tek karar mercii Osman Nuri Ekim. O isterse Bayraktar’ın yapmayacağı hiçbir şey yok. Ama yazıda O’nun da istediğine dair bir emare olmadığı gibi yazı kurumun sitesine girmesinin hemen ardından çıkartılıyor.
“Mesela aslında kutsiyet değil arkadaş meselesi, ahbap çavuş meselesi. Benim patronum bu işi köylülüğe döktü.” diyerek devam eden sevgili Cengiz, ‘yazılanı anlama yerini’ de 180 derece aşağıya çekiyor. Hatta “Akpınar halkını gizli bir biçimde kötü göstermeye çalışmış.” diyerek de halt etmiş.
Manşetimizde sadece “Başkan Yardımcısı Bayraktar’ın unvanının gereğini yapacakken adeta Akpınar Muhtarı gibi davranması” eleştirilirken kullanılan Akpınar ifadesinden nasıl köylülüğe gittiğini anlayamadığım sevgili Cengiz galiba Akpınarlı olmasıyla övünmek için bir fırsat yaratmış kendine. Kaldı ki eğer köylülük yapmış olsa idim 5 çalışanımdan 2’si Akpınarlı olmazdı. Hiçbir çalışanımla da köysel bir yakınlığım yok.
Kıyas yapmadığım gibi kıyas yapacak bir köyüm de yok. Çünkü ben köylü değilim. Benim de babamın da nüfusu Dürbinar Mahallesi’nde. Eğer köke gelecek olursak, onu anlatmaya bu sayfalar yetmez; Ahmet Topal’la konuşsun yeter.
“Ayrıca ne olsun isterdi sevgili patronum İsmail Topal? Kavga devam mı etseydi? Şehir mi karışsaydı?” diye sorarak olayı kasten çok farklı bir yere çekmeyi sürdürüyor Sevgili Cengiz.
Hayır, ortada kavga olmadığı gibi şehri karıştıracak bir şey de yok ki, devamını isteyeyim. Birkaç sosyal medya paylaşımını abartmaya hiç gerek yok. Ama bir şey isterdim Cevdet Bayraktar’dan. Köylüsüne gösterdiği hassasiyeti kurumuna ve başkanına da göstermesini; “tarihi bir ayıp” olarak nitelendirdiğimiz olaydan dolayı O’ndan ve Akçaabatlılardan özür dilemesi hoş olurdu.
Gelelim Sevgili Cengiz’in Kent Konseyi konusundaki yanlışlarına ve yanılgılarına.
Bu bölüme ilk olarak bir önceki yazısında yazdığı sözleri inkâr ederek başlıyor Sevgili Cengiz. “Koltuk öyle güzel bir şeydir ki onun tadına doyum olmuyor.” cümlesini, “Aslında talep şudur: Şehirde yüz akı edecek işlerimiz yok, bırakın da ömrümünüz kalan 50 senesini buralarda geçirelim.” cümlesini o yazmamış gibi o yazısının temelini “Bu yazımın temeli Akçaabat’ta şu an kendi Yürütme Kurulu’nda olanların yarısından fazlasının Mehmet Salih Köse’nin ardından iyi konuşmamalarıydı.” diyerek örtmeye ve yeni bir fitneyi ateşleyip karşısına geçip sevinmeye çalışıyor.
2 dönem görev yaptı dediği Mehmet Salih Köse’nin 3 dönemlik görev süresinin tümünde Yürütme Kurulu’nda yer alan biriyim. 25 kişiye ulaşan bir Yürütme Kurulumuz var. Son seçim kararının alındığı toplantı hariç tüm Yürütme Kurulu toplantılarına katıldım. Genelde toz dumana karışıyor toplantılarımızda. Hani barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar ya, bizde de öyle.
Söyleyeceğimiz her şeyi orada söylediğimizden birinin arkasından konuşmak diye bir durum söz konusu bile olamaz. Konsey Başkanı Köse’nin yüzeni söyleyemediği bir şeyi arkasından konuşabilecek tek bir Yürütme Kurulu Üyesi arkadaşım yoktur. Eğer Cengiz bir şeyler duymuşsa o mutlaka Başkan Köse’nin yüzüne de söylenmiştir.
Bu kadar kişiyi zan altında bırakacak bir fitneye zemin oluşturmaya çalışmak kelimenin tam anlamıyla densizliktir, haddini bilmezliktir.
Konuyla ilgili cahilliğini, “Arkanızdan konuşan grupla bir beş yıl daha görev yapacaksınız.” diyerek bir kez daha gösteriyor ve kendine güldürüyor Sevgili Cengiz. Kent Konseyi’nin bu dönemki Başkan ve Yürütme Kurulu 2 yıllığına seçildi. Hiçbir seçim beş yıllık bir seçim olmadı, olamaz da. İlk dönem iki, ikinci dönem 3 yıl görev yapılır yönetmelik gereği.
Gönderme yaptığı bir önceki yazısında “2 dönem görev yapan Sayın Mehmet Salih Köse’ye verdiği hizmetlerden ötürü teşekkür ederim.” dediğini unutan Sevgili Cengiz’in “Bana soracak olursanız da Kent Konseyi adına çok başarısız dönemler geçirdiniz, umarım bundan sonra şehrimize daha önce hiç vermediğiniz katkıyı verirsiniz.” demesi frontotemporal demans hastalığına yakalandığı şüphesini uyandırdı bende. Genç yaşta bunamanın şakası olmaz, doktora görünmesini tavsiye ediyorum.
Ben de bu eleştiri bölümünü Sevgili Cengiz’in yazısını bitirdiği gibi bitireyim:
“Biliysan goniş, bilmiysan gürülti etma.”
* * *
Eleştiri bitti, dönelim özeleştirimize.
Öncelikle tüm okurlarımızdan baştan sona hezeyan, baştan sona kadar herzelerle dolu bir yazıyı yayımlayıp kendimi de bu yazıya cevap verme zorunluluğuma düşürmemden ötürü özür diliyorum.
Öncelikle bu gazetenin ilk sayısında bile gazetenin sahibinin siz olduğunu yazmıştık. Dolayısıyla bize karşı yazılmış bir yazıyı yayımlamamak olmazdı.
Söylemesi ayıp biraz demokratım da. Voltaire’e ait olduğu söylenen “Fikirlerinize katılmıyorum ama fikirlerinizi ifade edebilmeniz için canımı bile veririm” sözüne de biraz bağlıyım. Ama fikir olacak tabii ki.
Gazetenin de resmî sahibiyim ya, bu avantajını kullanarak bu yazıları yanyana yayımladım. Bir O’nu okuyun, bir de beni. Kıyası siz yapın. Hem de “geçen hafta yazdığım şöyleydi” gibi anlam değiştirmelerine de fırsat vermek istemedim.
İkincisi de “demokrat patron” olmak hoş bir durum. Ama bu hiçbir zaman “çingeneye beylik vermek” olarak yorumlanmamalı. Öyle bir yorum var ise “Siyasal İslâmcı” olmak daha kolay, belki de şart.
Üçüncüsü de bağlama cümlesi olsun. Hatta bir patron sözü olsun:
Bu mevzu burada kapandı. Nokta.