Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 02.07.2024 11:47

ŞEHİRLER ÜZERİNE KİTAP YAZMAK

Son günlerde bilhassa yerel yönetimler şehirleri ile ilgili kitaplar yazdırıyor ve bastırıyor. Zaman zaman da kendilerinin yaptıklarını öne çıkaran kitaplar ısmarlama bastırıyorlar.


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

Basılan kitaplara kimi “...... şehrinin tarih kitabı” diyor. Kimileri “kentten anılar”, kimileri “kent gelenekleri”, kimileri “kent turizmi”, “kent tarımı” ismini veriyor. Bazı kişilerde kentin ünlü isimlerini, şairlerini, yazarlarını tanıtıyor.

Basılan kitaplar ne kadar o kentti tam anlamıyla ortaya koyuyor? Bu soruya verilecek cevaplar farklı farklıdır.

Bir kent hakkında kitap yazacaksak o şehri çok iyi tanımalıyız. Yoksa üst üste yığılmış, kalın ciltli kitaplarla bir kentti tam anlamıyla tanımak mümkün olmaz. Her yazan kendi düşüncesine göre kitaplara bazı notlar düşer. Bu da okuyucuyu yanıltır. Bazı kişiler de kentte bakışı kendi ideolojisine göredir ve öyle görmek ister, kitaba düşüncelerini ekler bunlar da gerçekle bağdaşmaz.

Ben elime geçtiği kadarıyla yaşadığım kentlerle ilgili yazılan bazı kitapları okudum ama çoğunun içinde kendi kentimi bulamadım.

Hele de yazılan bir kitaba “.......kent tarihi deniliyorsa; o kentin sınırları içinde, o şehrin tarihsel dokusunun özünü, açığa çıkmış yanlarını, kültürünü görmek ister insan. Bunları kitap içinde göremezseniz, geçmişin her evresini getirip bir yere bağlarsa yazan kişi o kitap bir yanıltma, bir gürültü, bir ideoloji dayatması olur. Belki de ileride başımızı belaya bile sokar.

Mesela Trabzon hep getirilip Pontus'a dayatılır, sonra Bizans'ın devamı gibi gösterilirse ve Türkler'den hiç bahsedilmez, Türk kültürü, Türk Mimarisi, Türk sanatı işlenmezse okuyucuyu, bilhassa genç okuyucuları yanıltır ve başka alanlara sürükler. 

Bir şehirde mutlaka şehir arşivi oluşturulmalı ve her önüne gelen kişi de ben bu şehrin tarihini yazdım diyememeli. Şehrin tarihi ancak uzman ve araştırmacılar diliyle yazılmalı. Yoksa bir şehir tarihi diye önümüze sunulan evrak yığını tarih kitabı olamaz. Bunlar bir şehrin bir parçasıdır elbet ama bütünü değildir. Bu tür belgeler, seyahatnameler, şiir betikleri, şarkı sözleri, gravürler ve tüm görsel birikimler şehrin sadece belgeleri olarak kalacaktır. Yazar da zorunlu olarak bunlara baş vuracaktır. Ama şehrin kültürünü insanını ve coğrafyasını tanıması gerekir. Ayrıca bu şehirler için tehdit olan ileride karşımıza belge olarak sunulacak olayları bilmesi gerekir. Hepsinden önemlisi bu şehirlere bu gün "Türkler" damgasını vurdu, burası Türk Yurdu duygusunu taşıması gerekir.

Bir şehri tanımak ve tanıtmak için çok detaylı düşünülmüş şehir müzeleri şarttır. Bu müzelerde şehrin bilmediğimiz renklerini, bilmediğimiz türkülerini, şiirlerini, istilasını, milli mücadelesini aynı anda toplu olarak aynı yerde bulacağız. Bu sebeple bir yerel yönetim için alt yapı kadar "şehir müzeciliği" önemlidir. Önce müze sonra burada toplananların birikimi ile gerçek tarih yazılmalı. Ama tarih yazılırken geçmişin Kıpçak Türklerini, Çepnileri, Türkmenleri es geçmek olmaz.

Mesela bir şehir için yazılmış ve hatta adına da iddialı olarak o şehrin tarihi denilmişse bu biraz çetrefil durum olur. Böyle iddialı kitapta ben şehrimi bütüncül olarak geçmişten günümüze her şeyi görmek isterim. Bir mahallesinde cümbüş çalarken, diğer mahallede çalan kemanın nağmelerini duymak isterim. Yayla yolunda kavalıyla koyun güden bir çobanla yolculuğa çıkmak isterim.  Bir pınarda tahta yalakta su içmek, kıl çadırda bir gece geçirmek, Trabzon İmparatorluğuna karşı kılıç sallarken Hamsiköy’de, Sultan Murat'ta şehit olanları anmak isterim. Sadece ağaları, ayanları değil halkı da o kitapta görmek ister, eşkıya baskınlarını, çeteleri ve işgalleri, tütün ve tahta kaçakçılarını, kolcu kaçakçı kavgalarını, muhacirlikte gidip de dönemeyenleri, Harşit’e atılan kız çocuklarını, Çavuşlu'da boğulan yaşlı insanları de görmek isterim. Yoksa Rum Ortodosk düşüncelerini, Pontus hayallerini yumuşatıp yumuşatıp önümüze sürülen; kitap diye sunulanlara şüphe ile bakarım.

Şehrimle ilgili yazılmış bazı kitapları okuyorum akla neler geliyor, daha doğrusu neler gelmiyor ki...

Şehrimin türlü sorunları var. Bir de ileride bu şehir üzerinde emelleri olan hala daha bu faaliyetlerini kurdukları derneklerle yürüten sinsi emelli insanlar  var. Yarın uluslararası bir masa başında bu tür kitapları belge olarak ortaya koyarlarsa ne cevabımız olacak?

Kentlerin kendini dert eden yazar ve çizerlere ihtiyacı var. Yaşadığımız kentlere kendi milli kimliğimizi kazandırmaya mecburuz. Eski kalıntıların, yer adlarının arasında farklı bir kültür aramak benliğimize yakışmaz.

Yerel yönetimler yönettikleri yerlerin adlarını, Türkçe vermiş. Şehri gezenler, şehri tanımak isteyenler bu adları Türkçe görmek ve okumak ister. Her mahalleyi, köyü, eski Rum veya Ermeni adlarıyla ortaya koymak bana göre bu topraklarda iğne ile “başka iv yeri "aramaktır. 

Unutmayın şu günler ekümenlik meselesini uluslar arası masalara taşıyan zihniyet, bizim yumuşak ve kalender tavrımızdan yararlanarak her yıl Meryem Ana Manastırında ayin yapıyor; kentimizin tarihi Orta Mahallesini ziyaret ediyorsa, gün gelir onlar ulvi gayeleri uğruna bu bölgede yangın çıkarabilirler. Benim anlayışıma göre bir parkta Atatürk anıtına saldıranla, bir şehri anlatıyorum diye eser ortaya koyan ama eserinin temelini azınlıklar üzerinde kurgulayan anlayış da bu ülke için çok tehlikelidir.

Dün Ruslar Sargana önlerinde bu şehri tehdit etti. Sonra geldi işgal etti. Yarın kim bilir bu şehir hangi tehlikelerle karşı karşıya kalacaktır. Şehir tarihi yazıyorum diye emeli kötü olanların bahçesine çiçek dikmek hiç olmaz.

 Bu da benim düşüncem. Katılıp katılmakta herkes özgürdür. Benim düşüncem beni bağlar dostlar. Bu yazı herhangi bir kitap eleştirisi de değildir. Sadece yerel yönetimlerin dikkatini  yerel kitap basmaktan önce kent müzeciliğine çekmek için yazılmış bir yazıdır.