Mehmet Hakan ALŞAN

Tarih: 08.07.2025 15:32

SALTIK BİR POYRAZ: NİHAT GENÇ

Facebook Twitter Linked-in

 

BİR KONU BİR KONUK

Mehmet Hakan ALŞAN

MEB (İstanbul) Eğitim Bilimleri Uzmanı

mehmethakanalsan@gmail.com

Trabzon’a bir gemi geldi,

Dağları yükledi gitti...

Tarihî vesikalara göre Roma’dan beş-on yıl evvel, İstanbul’dan bir asır evvel, Paris’ten ve Londra’dan ise yedi asır evvel kurulmuş olan Trabzon şehri, hem Anadolu’nun eski bir başkenti olması hem de Ön Asya’nın, Ortadoğu’nun ve Transkafkasya’nın gözbebeği olan bir liman şehri olması özellikleriyle büyüleyici bir tarihe sahiptir.

Bu itibarla, belgelenebilir 2500 yılı aşkın tarihî bir hafızaya sahip olan Trabzon şehri, gayet tabiî ki bu jeostratejik hinterlandı ile birçok medeniyete beşiklik ve birçok devlete ve de imparatorluğa başkentlik, satraplık, themalık, garnizonluk, sancaklık yapmış veya bölgenin eyalet merkezi olma ayrıcalığını yaşamıştır.

Bu biricikliğinden ötürüdür ki Trabzon, onlarca diplomatın, komutanın, ajanın, bilim insanının, bürokratın ve seyyahın ilgi odağı olmuş; aynı şekilde kronikçilerin, tüccarların, şâirlerin, ressamların, yazarların, ediplerin, arkeologların, antropologların, elçilerin, ulakların, kontların, kaptanların, beyzâdelerin, şehzadelerin, veliahtların, levantların, münevverlerin, din adamlarının, botanikçilerin, mistiklerin, avcıların, dağcıların, mimarların ve halkbilimcilerin ziyaret akınına uğramış ve sonuç olarak Trabzon tüm bu misafirlerince farklı farklı fragmanlarıyla yazılı ve görsel olarak yüzyıllarca yorumlanmış ve böylece kadim bir kent olarak tarihî bir şehir olma özelliğini tarihi boyunca biriken bu hafızasıyla pekiştirmiştir.

Neden böyle bir giriş yaptım?

Çünkü Trabzon’u anlamadan Nihat GENÇ’i anlamak imkânsızdır.

Bu itibârla, dört mevsimi koynunda uyutan bir şehirdir, TRABZON...

Tarih öncesinden bugüne değin saltık ve savaşçı halkların şahsiyetini çelikleyen boran boran dağların, soylu gürgen ve meşe vadilerinin, salkım salkım çamlık tepelere yaslanan zümrüt yeşili yaylaların, Proto-türklerin bakiyesi olan Kimmerlerin, Kumanların, Tibarenlerin, İskitlerin, Elamların, Avarların, Kıpçakların, Çepnilerin ve Sakaların at koşturup yurt tuttuğu Karadeniz’in pây-i tahtıdır TRABZON...

Biricik bir örnek olarak tarihte kadın savaşçılar tarafından kurulan bağımsız bir devlete sinedârlık yapmış olan Kuzey Karadeniz’in çalışkan ve delişmen İskitli Amazon kadınlarını dahi bağrından çıkartan bir medeniyet havzasının incisidir TRABZON...

Fatih’in fethettiği ve yaklaşık bir yıl Osmanlı İmparatorluğu’nu buradan yönettiği, Yavuz’un tahta çıkana kadar burada ‘valilik’ yaptığı ve Muhteşem Kanunî’nin burada doğduğu bir şehzâdeler şehridir TRABZON...

Büyük Osmanlılar kadar, Büyük Selçukluların, Anadolu Selçukluların, Timurluların, Büyük Roma’nın, Büyük İran’ın ve Büyük Bizans’ın efsûnlu bir rüyâsıdır Trabzon… Bir liman şehri olarak bir çok medeniyete başkentlik yapmış nâdir şehirlerdendir TRABZON… 

Vakıa, ülkemizin her beldesinde nice nice zenginlikler vardır. 

Ama siz Trabzon’da, bakır, demir, krom, kömür, altın, gümüş ve benzeri madenleri aramayın! Çünkü, bir şahsiyet madenidir TRABZON...

Oradan ‘Adam’ çıkar... 

Soylu ‘Analar’...,

Anadolu’nun harcı olan ‘Bacılar’...,

Kahraman ‘Mehmetçikler’...,

Temeller, Dursunlar, Fadimeler...

Ve daha nice nice cangâver uşaklar...

Hâsılı, atalarımızın yurt tuttuğu Küçük Asya’dır TRABZON...

İşte bu cangâver uşaklardan birisi de Nihat GENÇ’tir.

Adını her duyduğumda aklıma gelen ilk kelime şudur: Veryansın!

Nereden başlasam ki delişmen Nihat GENÇ’i anlatmaya.

Dede-Korkut’un rûh ikizi gibidir… 

Saatlerce toy toylar, soy soylar da aklımızı başımıza getirir!

Vakıâ, Nihat GENÇ’i anlamak zordur ve cesaret ister!

Olsun deneyelim.

İnsan’dan başlayalım isterseniz. Sonra da sıradışı bir karakter ve keskin bir kalem olan Nihat GENÇ’e konuyu bağlayalım…

Başlıyoruz.

Evet İnsan!

İnsan, varoluş ağacının en muhteşem meyvesi olarak tanımlanır. Esâsen ruhbilimciler ve kültür bilimciler bu zarif ve nâzenin meyvenin yetişmesi ve tat vermesi konusunda çok uzun mülahâzalarda bulunmuşlardır. Bu nedenle nasıl ki doğal ortamında yeşeren, hamlık evresini geçen, güneşin ve atmosferin ana kucağında mütekâmil bir noktaya ulaşıp olgunlaşan meyvelerden söz ediyorsak, bir insanı her bakımdan olgunlaştıran benlik ve kişilik yapısını kuşatan sosyal ekolojiden, bireysel varoluşumuzun yaslandığı ortak zamanların ve mekânların besleyiciliğinden, varlığımızın evi olan dilimizin çağrışım uzayından ve de insan-tekini ihâta eden iklim özelliklerine kadar bir çok determinantı (sâiki) nazarı-ı dikkate almak durumundayız. 

Analitik Psikoloji’nin projektörleri ve C. G. Jung’un vokabüleri ile bir durum tespiti yapacak olursak bu bağlamı ‘toplumsal bellek’, ‘genetik zekâ’ ya da ‘arketipal ve ırksal zekâ’ olarak tanımlayabiliriz. Yine Jung’un ifadesiyle “kolektif bilinçdışı” diyebileceğimiz bu gizemli yönümüz, aslında bizi biz yapan asıl kumaşımız olarak görece tüm farklılıklarımıza kaynakça teşkil etmektedir. 

Bu cümleden olarak Karadeniz insanının -özelde Nihat GENÇ’in- neden diğer yörelerimizdeki insanlarımızdan farklı olduğunun izini buradan başlayarak sürmemiz gerektiği kanaatindeyim. 

Ancak spesifik olarak “Nihat GENÇ psiko-analizi”ne yoğunlaşmadan önce gezegenimizin, -belki de galaksimizin- en gelişmiş sinir sitemine sahip olan insan-teki üzerine birkaç empirik bilgiyle ilâve bir durum tespiti daha yaparak devam etmek istiyorum.

Örneğin; Arabî kavimleri ve çöl medeniyetlerini düşünecek olursak, çöl ikliminde kum tepeleri sürekli yer değiştirdiğinden, Arap alfabesi de tıpkı şekil ve yer değiştiren kum tepeleri gibi kavisli ve eğik bir karakteristik özellik gösterir. Hattâ bu anlamda Arabî melodiler bile kasvetli, kavisli, seyyâl, uçucu, yanık ve kavurucu bir rüzgâr sesine benzeyen “tını” özelliği taşır. 

Bir diğer örneğimiz ise Uzakdoğu’dan: Bilindiği gibi Japonya yüzlerce ada topluluğundan oluşmaktadır. Japon alfabesi de tıpkı bu adalar topluluğu gibi parçalı ve karmaşık bir görünüm vermektedir. Bu anlamda ekolojik olarak parçalı ve atomize olan bir algı dünyası, birebir Japon alfabesine yansımış; doğal özellikler ve coğrafî nitelikler, sembolik bir şekilde literal (harfî) temsillerle hâlen kullanılmakta olan günümüz Japon alfabesine birebir yansımıştır. 

Öte yandan daha çarpıcı olduğunu düşündüğüm başka bir örnek daha vermek istiyorum: Örneğin Eskimolar, yaşamış oldukları coğrafyadaki soğuk iklim özelliklerinden ötürü, az konuşan, hemen hemen hiç gülümsemeyen, soğuk havanın ve tipinin etkisiyle olsa gerek kısık bakışlı olan ve ağır hareket eden bir beden dilini yaşantıya dönüştürmektedirler. 

İşte bu kavramsal çatı üzerinden tekrar asıl konumuza dönecek olursak, Karadeniz insanının da -özelde Nihat GENÇ’in- kendi kültürel ve iklim özelliklerinden direkt olarak etkilendiğini ve total kişilik özelliklerinin de bâhusus bu yansımalara göre şekillendiğini söylemek durumundayız. 

Dilerseniz bu konuda da çarpıcı olduğunu düşündüğüm bazı örnekler vereyim: Örneğin, Karadeniz sâhilinde ekili ve biçili arazilerin çok az olması, toprağa verilen değeri kat-be-kat daha artırmaktadır. Bu anlamda Karadeniz insanı, toprak sevgisinden hareketle daha vatanperver ve milliyetçi bir yapıya sahiptir. Hattâ halk arasında toprak satanlar hoş karşılanmaz, satanlar ise ‘hayırsız evlat’ olmakla suçlanarak, örtülü bir muhalefetle bile karşılaşabilmektedirler. 

Öte yandan Karadeniz sath-ı mahallinde ‘1974 Kıbrıs Harekâtı’ sırasında halkımızın gönüllü asker olarak savaşa katılmak için ilçe askerlik şubeleri önünde uzun kuyruklar oluşturduğu da bilinmektedir. Çünkü, toprak ve vatan sevdâlısı olan ve nedense kabına sığmayan Karadeniz insanı, iaşesini ve mahsulünü zor şartlar altında temin ettiği için ve de en önemli özelliğinin gereği küstüğü dağın odununu dahi yakmayan inatçı ve sert mizacından ötürü olsa gerek, vatan ve bayrak sevgisi konusunda zinde bir metafizik gerilime sahiptir. Esasen, Nihat GENÇ’in gerginliği de işte bundandır!

Hattâ bana göre sosyologların ve de antropologların üzerinde çalışması gereken en önemli konulardan birisi; Karadeniz bölgesinde işsizlik, yatırım, istihdam ve coğrafî özellikler Güneydoğu Anadolu bölgemize nazaran daha güç imkânsızlıklarla karakterize iken nasıl oluyor da Karadeniz sahilinde Güneydoğu Anadolu bölgesinde vâkî olduğu gibi asayiş ve terör olayları görülmüyor. Bence yapılması gereken bu araştırmanın sonuçlarından bazıları, işbu biyografi denememizle birçok ortak noktada birleşebilecektir. 

Gerçek şu ki tıpkı Nihat GENÇ gibi Karadeniz sahilinde herkes, bir şahsiyet ve bir yekpâre bütünlük (bağımsızlık) kazanmak ister. Tek tabanca olmayı ve kimseye muhtaç olmadan fütüvvet ahlâkı ile yaşamayı idealize eder. Bu nedenle Karadeniz sahilinde asla feodal yapı, ağalık düzeni de yoktur, olamaz! Tersine; bireycilik, girişimcilik, dünyaya ve deniz aşırı medeniyetlere açıklık ve en önemlisi de sakız ağacı (kara ladin: picea mariana) gibi toprağına derin bir bağlılık söz konusudur.

Doğrusu, her yaylaya çıktığımda, “kara ladin çam”larını görünce hep “Kara Nihat GENÇ”i hatırlarım. 

Neden mi?

Çünkü, yüksektedir kara ladin. Dört mevsim yeşildir, yaprak dökmez ve o dipdiri yaprakları da dikenlidir. Hangi mevsimde olduğu kara ladinin umurunda değildir. Çünkü o, her zaman dimdik ayaktadır!

İşte Kara Nihat GENÇ de öyledir! Ülkede mevsimler değişir, iktidarlar değişir, ama o değişmez. Yaprak dökmez. Dökülmez. Kocadıkça daha bıçkın, dik kafalı ve cesur sürgünler verir. Asla sağa sola savrulmaz Nihat GENÇ! Yüksek mefkuresini ve ideallerini pervasızca veryansın ederek söylevlerine ve yazılarına döker durur! Hep yeşildir o! Diridir! Dimdik ayaktadır. Velüd ve üretken bir kalemdir. Dahası dili de kara ladinin yaprakları gibi sert ve dikenlidir.

Nihat GENÇ, tipik olarak Karadeniz insanının şahikasıdır! Eskilerin deyimiyle Karadeniz’in hücceti, yani delilidir… Belki de delisi… Ama yaşadığı toplumun bilgesi olan “akıllı deliler” var ya! İşte onlardan! Hani, ukalâu’l-mecânin dediklerimiz… Behlül Dânâ gibi… Bilge Şamanlar gibi… Yesevî-Haydarî dervişleri gibi…

Yukarıda da alıntılamıştım. Sevgili Nihat GENÇ’in dediği gibi “Karadeniz, husûsen Trabzon bir insan madenidir. Ülkemizin muhtelif yerlerinden altın, krom, demir, gümüş veyâ bor madeni çıktığı gibi; Karadeniz toprakları da tıpkı bir şahsiyet ve karakter madenidir.”

Bu ana arterde yolumuza devam edecek olursak bilindiği gibi Karadeniz’deki iklim özellikleri sürekli değişen hava şartlarıyla karakterizedir. Mevsimlerin bu döngüsel kimyasından olsa gerek Karadeniz insanı da -özelde Nihat GENÇ-, âniden değişen bir duygu durumuyla, buyurgan tavrıyla, pratikliğiyle, sıradışı çözümleriyle, risk yönetimi ve liderlik vasıflarıyla, kör cesaretiyle, vakar ve kalender yapısıyla ve de hazır cevaplılığıyla hemen göze çarpmaktadır. 

Bu sebeple Karadeniz insanı gibi Nihat GENÇ de, ufacık bir şeyle mutlu olabilecek kadar kanaatkâr ve tok gözlü; ama yine ufacık bir şeyle de sinirlenip hafakanlar koparacak kadar tez canlı bir mizaca sahiptir. 

Meşhur kemençe üstadı Koçal Dayı’nın dediği gibi “Arkamuzda sıra dağlar, hemen önumuzde Garadeniz! Sıgışduk galduk habu daracuk yerde uşağum. Onun için heman parlayruk, darlanayruk! Haçan kemençenun sapi da onun içun boyle kısadur da! Zateme onun içun kemençenun o kısacuk sapinda türküler yakayruk, hem da kısacuk tarlalarda lazutlar ekeyruk, bi da inek bakayruk da, uşağum! Darlanmişuk anlıycan! Onun içun Garadeniz’e açılup da hamsi kovalayruk!”

Bu meşhûr halk ozanımızın adetâ yaşamın bilgeliğinden imbiklediği bu tespitler ne kadar da çarpıcı değil mi? Psikoloji bilimiyle akademik düzeyde ilgilenen birisi olarak Koçal Dayı’ya tamamen katıldığımı itiraf etmek durumundayım. Yâni, bir taraftan arkamızda hemen yükselmekte olan sıradağlar; öte tarafta önümüzde uzanan uçsuz bucaksız ve de hırçın Karadeniz! Huzursuz deniz… Antik kaynaklardaki adıyla, Yaban Denizi…

Hani, üstad Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na sorulmuştu ya: 

- Nereden geliyorsunuz üstad?

- Yabandan geliyoruz evlat! Yaban’dan…

İşte Nihat GENÇ de bu yaban denizin ve yaman dağların çocuğudur! Yani Kuzeyin oğludur. Tâ İskitya’dan ve Kafkasya’dan doludizgin bir delişmenlikle edebiyat ve düşün dünyamıza alnında tepinen yaban atlarıyla ve omuzlarında taşıdığı fırtınalarıyla veryansın ederek girmiştir!  

Hasılı, bu ontolojik ve ontik kuşatılmışlıktan ötürü olsa gerek Karadeniz insanı gibi Nihat GENÇ de kabına sığmayan bu rûh yapısıyla bulunduğu her ortamda hemen dikkatleri üzerine çekmektedir. Vãkıâ, Koçal Dayı’nın dediği gibi kemençenin sapının kısa olması ve halk ozanlarımızın o daracık/kısacık alanda melodiler ezgilemesi gibi; dağlar ile deniz arasında sıkışıp kalan Karadeniz insanının ve Nihat GENÇ’in neden sürekli olarak tam teçhizatlı bir hazır kıta gibi toprağına, bayrağına ve vatanına eliyle, diliyle ve kalemiyle gözcülük yaptığını çok daha rahat anlayabilirsiniz. 

Hattâ denilebilir ki bu otantik metronomlar, tınılar, ses ve renk zenginlikleri, geleneksel kiplerimize de olduğu gibi yansımıştır. Örneğin Karadeniz’in dalgalı ve hırçın figürleri, hamsi balığının kıvrak ve seri hareketleri, hem yöre türkülerimize hem de folklorik oyunlarımıza (horonumuza) ciddî mânâda yansıyarak yöre insanının estetik değerleriyle senfonik bir şekilde kaynaşmıştır.

Yine Karadeniz’de neşîdeler neşîdesi Türkçemizin kendine has bir lehçeyle, sürekli harfleri yutan, hızlıca heceleri yuvarlayan ve kelimeleri kısaltan bir aksan ile konuşulması; yine iklimin değişkenliği ve yaşam alanlarımızın dar oluşuyla, vakit darlığı ile (Çünkü her ân yağmur yağabilir, fırtına kopabilir.) kendini gösteren aceleciliğimizin bir uzantısı olduğu inancını taşımaktayım. 

Size bulvarize bir anekdot gibi gelebilir ama tıpkı Nihat GENÇ gibi, Karadeniz’in sivri burunlu delikanlıları çakı gibidir ve gözü pektir. Evinin, ülkesinin ve bayrağının direğidir. Nâmusuna ve vatanına çok düşkündür. Karadeniz’de bu necip kavramların şakası bile silahlı bir kavgayla veya ölümle sonuçlanır. “Toprak/Vatan/Bayrak” ve “Kadın”, Karadenizlilerle -hele ki Nihat GENÇ’le- aslâ konuşmamanız ve tartışmamanız gereken en mahrem konulardır. 

Adetâ, hırçın Karadeniz'in ve boran boran yaylaların çelikleştirdiği bir karakter âbidesidir Nihat GENÇ! Bu bakımdan Karadenizliler dışında pek kimseyle de anlaşabildiği söylenemez. Baskın bir karakterdir Nihat GENÇ! Sofistike tiplerden de hoşlanmaz! Tersine, domine ve lider vasıflı ve vatanperver arkadaşlar seçer kendine.

Neyse; sözü fazla uzatmak istemiyorum! 

Nasıl ki komar çiçeği veya karayemiş bu coğrafyaya özgüdür ve başka topraklarda veya iklimlerde neşvünema bulmaz/bulamaz; aynen öyle Nihat GENÇ de kendine has kişilik özellikleri, duygu yükleri ve davranış biçimleriyle tek başına bu coğrafyanın ihtişâmlı bir meyvesidir. 

Evet! Tek başına TRABZON’dur Nihat GENÇ!

Göçtü Kuzeyin Saltık Poyrazı… Rahmet i Rahman’e varış eyledi. 04.07.2025.

Anadoluğ Rûhiyâtının ve Türkiyât Metafiziğinin, bir elin parmağını geçmeyen tek ve biricik nâmuslu kalemlerindendi. Teşkilatın Kalemşörü: Kara Nihat... Ankara'da görev yaptığım yıllarda gâh Vadi Yayınları mahfilinde, bazen Akçağ Kitabevî köşelerinde, ama daha çok Kızılay Meydanı'nın cezbeli ve cerbezeli sokaklarında kol kola gezer ve bizi kurtaracak olan "Ahîliktir ve Helal Lokmadır" deyu hayıflanır ağlaşırdık. Ağabey ve kardeştik. Hikmet i Hüdâ, KTÜ'nün 2020’de hazırlamış olduğu Kültür Ansiklopedisindeki "Nihat Genç" maddesini de yazmak acizâneme nasbedilmişti. Uzunca ve hoş bir antropolojik ve psikanalitik bir biyografi neşri hediye etmiştim cânım ağabeyimize. Geçmiş zaman... O, Dede Korkut geleneğinin son temsilcisiydi. İntisabı sadece Milletimize ve Cumhuriyetimize idi. Bu aşkla toy toylar soy soylardı. Kara Budun'un gümrah sesiydi. Âh ki, Rahmet i Rahman'a göç eğledi. Vatan aşkını imanıyla kendine arkeyledi. Alperenler Meclisi'ne kutluğ kelâmı ileğ arş eyledi... Şimdi onu Kırkların Kut'uyla gönlümüze alıp uğurlama zamanı... Hû yâ Ganiyy u Rahman... Hû yâ Dost... Rûhuna El-Fatiha...

Dedim ya; insan, varoluş ağacının en muhteşem meyvesi olarak tanımlanır...

 

Nihat GENÇ 

 

1956 yılında Trabzon'da doğdu. 20 yaşında Ankara'ya yerleşti. Çocukluk ve gençlik yılları Trabzon'da geçen GENÇ, ilkokulu İskender Paşa İlkokulunda, ortaokul ve liseyi Trabzon Ticaret Lisesinde okudu. İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi ile Ankara Bankacılık Okuluna kayıt yaptırdı, ancak siyasi olaylar nedeniyle bu okullardan ayrıldı. Ardından Sağlık İdaresi Yüksek Okulundan 1983 yılında mezun oldu. Okul bitimi Sağlık Bakanlığı Ankara Rehabilitasyon Merkezi'nde, ardından Kültür Bakanlığında toplam dokuz yıl memuriyet yaptı. Gençlik yıllarında gazete ve dergilerde teknik eleman olarak çalıştı. Gençlik yıllarından bugüne, siyasi dergiler, edebî dergiler ve son olarak Leman (eski Limon) dergisinde yazmayı sürdürdü. Kısa bir süre Akşam gazetesinde yazdı. Skytürk isimli televizyon kanalında Serdar AKİNAN ile "Ne Var Ne Yok" adında bir program yaptı. Bu program 2008 yazında sona erdi. Ardından Avrasya TV'de Lale ŞIVGIN ile "Veryansın" programına başladı. Bu program 2011'de son buldu. odatv.com adresinde güncel yazıları yayınlanmakta olan Nihat GENÇ, 2012'de Halk TV'de "Nihat Genç Ko-nu-şu-yor!", 2013'te ise Ulusal Kanal'da "Nihat Genç ile Ver-yansın" programlarını yapmaya başladı. 04 Temmuz 2025 tarihinde Ankara’da vefat etti ve Ankara’nın Gölbaşı ilçesindeki asri mezarlığa defnedildi.

Kitapları

Dün Korkusu (1989), Bu Çağın Soylusu (1991), Dar Alanda Tufan (1993), Soğuk Sabun (1994), Ofli Hoca / Şeriatta Ayıp Yoktur (1996), Kompile Hikayeler (1996), Köpekleşmenin Tarihi (1998), Modern Çağın Canileri (2000), Memleket Hikayeleri (2000), Arkası Karanlık Ağaçlar (2001), İhtiyar Kemancı (2002), Amerikan Köpekleri (2004), Edebiyat Dersleri (2004), Nöbetçi Yazılar (2004), Hattı Müdaafa (2005), Karanlığa Okunan Ezanlar (2006), Aşk Coğrafyasında Konuşmalar (2007), Kavga Günleri (2007), Veryansın (2008), Bir Millet Uyanıyor 17: "Kavga Günleri" (2009), Sordum Kara Çiçeğe (2009), Yurttaşların Cinlerle Bitmeyen Savaşı (2011), İşgal Günleri (2011), Bizi Kandırası Umman Bulunmaz (2012), Direniş Günleri (2013), İslâmcı Erol Nasıl Çıldırdı (2015).


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —