Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 09.01.2024 12:58

RÜYA GİBİ GEÇTİ YILLAR

Mahallenin başındaydı evimiz. Ufacıktı. İki oda bir mutfak. Ama sıcaktı içi dışı. Komşularımız vardı. Çoğu maraba. Pertev Paşa'nın konağı vardı, iki katlı, sarı boyalı. "Azma" dediğimiz koca bir köpeği vardı. Yaklaştırmazdı avlusuna.


 

KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

 

 

Çocukluğumda mahallede evler birbirinden uzaktı. En yakın olanı beş yüz metre uzaklıkta. Tarlalar vardı aralarda. Tütün tarlaları, kenarlarında zeytin ağaçları, dibinde tütün damları. Vagon yolları tren rayları gibi uzar giderdi. Rüzgârdan korumak için vagondaki tütünleri yol kenarında karayemiş ağaçları vardı sıra sıra.

Çocukluğumda üç beş arkadaşım vardı. Saklambaç, körebe oynardık Ayliya'da küçük harmanda. Gün kavuşurken yamaçlara elimizde yağlan ekmek, inek otlatmaya çıkardık kırlara. Zaman zaman dalardık fodik taş oyununa bir başkasının bahçesini girer; mısırları, lahanaları yerdi inekler. Sahibi bizi görür de döver diye alıp götürürdük başka yerlere beklediğimiz inekleri. Daha sonra haber gelirdi evlere. Annemiz bize "Bekir Dayının bahçesinde mısırları yedi inekler. Kaç defa söyledim size, inek beklerken oyuna dalmayın diye.” Şeklinde serzenişte bulunurdu. Belki de kulağımızı çeker veya bir şamar yer, giderdik karabaşın yanına ağlardık. Bir de ağlayışımız olurdu sobelenince, ince ince göz yaşı düşerdi gözlerimizden.

Rüzgâr esince, zeytin ağaçlarının dibinden yeşil zeytinleri toplar getirirdik eve. Zaman gelir kozalak toplardık Topsakal’ın ormanından, ateşi kozalakla tutuştururduk.

 Yufka açarken annelerimiz bir şeyler tutuşurdu yüreğimizden. Biz o zaman yufka arasına sarı yağ sürerek, katlayıp yemeyi severdik. Hâlâ da severim.

Okula giderken, geçerdik tahta ufak bir köprüden. Derenin arkından sular akardı iki taşlı değirmene. Değirmen taşını dönüşü sanki türkü söylerdi bizlere, biz de taş dönerken bu sesi dinlerdik. Bir de yolun sağ tarafında Paşa'nın konağına giden yol üzerinde beyaz bir dibek taşı vardı. Trabzon'da Paşalık yapan Pertev Paşa bu dibek taşını getirmiş koymuştu çimene. İnsanlar "gendime" yapsınlar diye. Buğday doldurulurdu içine, güçlü kuvvetli delikanlılar veya Amazon soylu kadınlar ellerinde tokmak döverlerdi buğdayı.

 O zamanlar, herkes tarlasında, işinde gücündeydi. Zor işti tütün yetiştirmek. Akşamları bakardın tarla dönüşlerinde; erkek, kadın olsun, elleri siyah tütün zifirleri içinde. Bazıları gelir akşam vakti derede kurbağalar korosunu dinlerken, yaşlı anneler peştamalı kıvırır karayemiş toplar, iki üç bostan atar eteğine, dik bayır yoldan yorgun yorgun çıkardı evine.

Gün ortası, ağaçtan ağaca atlar konardı saka, iskete kuşları. Kimi bir böcek peşinde, kimi bir kelebek. Her canlının birinci görevi karnını doyurmaktı. O zamanlar hayvanlara yem bırakan insanlar da olmazdı. Çünkü birçok insan kıtkanaat geçinirdi. Sivilcik kuşlarının akşam vakti topluca ağaçlara konarken gürültü çıkarmalarını nedendir bilemezdik.

Okul yolumuzda gelincikler, menekşeler açardı renkli renkli. Biz kelebekler peşine düşerdik. O kadar oynardık ki sokakta, akşam olduğunu seçemezdik. Akşam üstü son cırcır böceği söylerken son şarkısını duyardık annemizin sesini "akşam oldu, elinizi ayağınızı çeşmede yıkayın da öyle gelin eve." İşte o zaman akşam olduğunu anlar "akşam oldu herkes evine, sıçan deliğine" der arkadaşlarımızdan ayrılırdık.

Yıllar geçti. Büyüdük. Şehirler değişti. Kurbağanın şarkısından, cırcır böceğinin türküsünden anlamaz olduk Hayat şimdi bir başka yaşanıyor bu yerlerde. Tarlalar, beton binalarla doldu. Tarla dönüşleri yok artık. Sarı Kızlar, Nazaralar, Yaşmaklılar, Kıymetliler çoktan kesildi mezbahanelerde. Kuşlar küskün ötmüyorlar artık.

Çok çabuk kayboldu rüya gibi çocukluğum.

Çok şey değişti çok. Değişime karşı mısın diye sorarsanız; hayır, değilim. Karşı olduğum çarpık değişim.

Bakarsın ağlatıcı mazi insana bazen güler. Bir daha o günlere dönmek imkânsız. Biz de o güzel yılların kalıntıları ile yaşayacağız.

Gelin çok yormayalım bu sohbeti. Zaten çok uzun yazıyorsun diye çok çok sitem var. Nail Memik ile son verelim sohbete:

"Daldan sarı yaprak düşüyormuş çemene,

Bülbül yine feryad ediyormuş kime ne?

Mevsim sonu, solmuş güle rağbet mi olur?

Herkes koşar ikbale koşan merdivene."

Benimse çocukluğum, eski mahallem için lambam hala yanık. Goncalar uykuda olsa, güller uyanık olsa yeter bana.

 Kışın dalgaları oynaşırken sahilde. Güneş son demindeyken bu duygular düştü içime. Yorgun ümitler söyleyip geçin derim. Küçücük bir dünyamız vardı, büyüdü mü küçüldü mü yoksa öldü mü, ben anlayamadım. Silmek istedim bu sabah sinemdeki pası. Çocukluğum çıktı arkasından. Sonra içimden bir ses yükseldi. Dostlarına selamı unutma. Selam olsun dostlarım sayfa arkadaşlarım hepinize gönülden selam. Ama çocuk gönlüyle.