KÖŞE BUCAK
Mehmet Salih KÖSE
Eğitim Uzmanı
Hele de şu günlerde. Aday adayları çıkıyor ya meydana. Aman Allah’ım yalanın, dedikodunun "piar" yapmanın bini bir para. Bir de bu günleri bekleyenler var. Parayla yazı yazmak. Kimse sormuyor, “daha önceleri neredeydiniz?” diye. Görev yapanların bir eksiğini gördünüz de mi biz daha iyi yaparız diyorsunuz? Varsa eksikleri çıkın söyleyin, biz de bilelim. Yoksa sizlerin derdi akraba, dost yandaş, kardeş işi mi? Yoksa aranızda, kör dünyanın çıkar dalgalarından bir bakraç da doldurmak isteyenler de mi var? Daha çok sorulacak soru var. Bunları da daha sonra sorarız.
Biz de okuduk yazdık. Kentleri de biliriz. Kentli olmayı ve kent estetiğini de. Eğer bu pehlivanlardan herhangi biri, bir gün tıklatırsa kapınızı, şu soruyu sorun: “Kent ile kültür konusunda ne düşünüyorsunuz? Talip olduğunuz kent için ticareti mi, ulaşım merkezi mi, eğitim merkezi mi, turizm merkezi mi, sanayi kenti mi olmasını düşünüyorsunuz? İşsiz bir kenti nasıl işçi arayan kent haline getireceksiniz?” Eğer karşınızdaki kişi başlıyorsa kem küm etmeye, sevgi yoksa yüreğinde, yaşam sevinci ile değil de kendini övücü sözlerle çıkıyorsa karşınıza, ayağına bakın bir ayak yere basmıyordur o dakikada.
Her seçim zamanı benim de ruhumun içinden gelir böyle feryatlar. Kafamın içinde kilitlenen ağır demir kapılarının yavaş yavaş sesini hissediyorum. İçimde kördüğüm olmuş sorulardan bazıları fışkırıyor. Bu kez kimseyi üzmemek için alıyorum Ferhan Şensoy'un yazdığı “Eşeğin Fikri” kitabını, bir daha tekrar okuyorum. Şu söz çok çok hoşuma gidiyor: “Hiç kitap okumayan birinin, hayatının sonunda kitap sayfası olan ağaçtan ne farkı var, kımıldayan canlı olarak?”
Bugünlerde aman sinirlerinize sahip olun.
Şimdi çoğu aday adayı bilmiyordur benim mazimin duygularını. Uzun uzun anlatalım dedik. Belki de yol haritaları olur. Bizim de bir katkımız olur bu aşta. Ne demişti Brecht: “Ne kolay, ne hoş şeydir insanın kendi geçmişi üstüne eğilmesi ve kendisinin tarihçisi olması.” Hafızamda kalanları elbette.
Akçaabat'ta doğdum, Akçaabat'ta büyüdüm. Genel çoğunluk anladığım kadarıyla Akçaabat eğitimine, sporuna, sanatına, yardımlaşmasına, tanıtımına hizmet ettim. Kazım Kolot gibi bir insandan futbol nasıl yönetilir diye öğrendim. Selami Yardım Bey'den doğduğu toprağa duyulan sevdayı, Adnan Sezgin'den kibarlığı, rahmetli Arapoğlu Nuri Dedem'den çocuklara ve sokak hayvanlarına duyulan sevgiyi, cesur yürekli olmayı, Hoşoğlan (Hoşağa) dedemden, dost kazanmayı, sevgili annemden kadın olsa da hayatla, insanlarla, sahtekarlıklarla, hilebazlarla mücadele etmeyi, hak aramayı, yetim kalan çocuklarına yetimlik duygusu yasatmamayı, hayatla mücadele etmeyi, Neşe Markal Ablam'dan kadını gücünü, Bener Cordan Hocamdan eğitim yöneticiliğini, rahmetli Emin Balta arkadaşımdan sosyal hayatta İslam’ın gerçeklerini, Avukat İbrahim Keskin'den hukuk dilini, tüm öğretmen arkadaşlarımdan eğitimi zerre zerre öğrendim. Hasbi Kıyaklı arkadaşımda bürokratik engellerin nasıl olduğunu, bazı insanlardan da dost kazığı yemeyi öğrendim. Bu yaşıma geldim. Akçaabat'ı meydan meydan, köy köy, sokak sokak, yayla yayla bilirim.
Şimdi Ziraat Bankası’nın güneyinde tahıl pazarı olduğunu, pazarın üstünde askeri kadana atlarının hanının bulunduğunu bilirim. Ziraat Bankası ve at tavlası yerinin eski belediye başkanımız naif, kibar, aynı zamanda yüksek ziraat mühendisi olan Sayın Emin Serdar'ın kumara düşkünlüğünden kumar masasında verdiğini bilir. Belki de "dost kazığı" sözünü o yıllarda öğrendim.
Akçaabat'ta Rusların yaptığı taş binalar vardı. Bazı yerler vakıf malıydı. "Bana kimse bir şey söyleyemez" denilerek bir gecede yıkıldığını da bilirim.
Sahide yol yoktu. Deniz zaman zaman azardı, Ortaokulun alt sınıflarına ve Merkez İlkokulu bahçesine girerdi. Dalgalar salı günü Hamam Çimeninde kurulan manifaturacıların çadırları arasına dalga geldikçe yayılırdı. Bugün oralarda yüksek yüksek binalar kuruldu.
Denize 19 Mayıs gösterileri sonunda girerdik ortaokulun önünde. Derse girmeden önce kayalar üzerinden balık tuttuğumuzu, yazılıya çalışmak için Yaylacık altında bir lastik reklamı panosu altına kadar birbirimize soru sorarak yürüdüğümüzü, soruya en güzel kim cevap verecekse o anlatır biz dinlerdik. Onu da bilirim.
Köylerden gelen kadın ve erkeklerin çarık giydiklerini, şehirde çarık bağı satıldığını bilirim. Sahile gelen gemilerin şeker, gübre boşalttıkları, motorların Çarşamba'dan Bafra'da karpuz getirdiklerini, kayıklar aracılığıyla karpuzun elden ele boşaltıldığını da bilirim.
Bahçelerin kenarlarında zeytin ağaçları olduğunu, rüzgâr esince çocuklar ve kadınlar zeytin toplamak için yol kenarlarına çıktığını, topladıkları zeytinlerin yeşilini çakıl taşı ile kırarak "zaguda" yaptıklarını bilirim.
Köylere Ak Cami yanından kamyonların, tahta kasalı araçların yolcu taşıdıklarını, simsarların köylerin ismini sayarak çığırtkanlık yaptıklarını bilirim. Tekel karşısında Hancı Hasan'ın Hanı olduğunu, Kahveci Harun Aga'nın kahvesi yanında atlara nal çakıldığını, köye dönüşlerde atlara erzak bağlarken iki kişi yardımlaştığını, zeytin ağacını dibinde büyük bir taş olduğunu ve o taşa basılarak ata binip köylere giden zengin insanların olduğunu bilirim.
Ortaokulun bahçesinde futbol oynarken topun Harun Kaptan’ın yeni döktüğü taşlara vurup kırınca; Harun Amcanın kızdığını, topu eve götürdüğünü, daha sonra eşinden top istememizi ve onunda verdiğini bilirim. Ortaokul içinde top oynanırken okul camlarının kırılmasına karşı okul yöneticilerinin önlem aldığını, Aydın Berberoğlu müdürümüzün bahçeye taş toprak doldurduğunu, daha sonra yapılan baskı ile kaldırıldığını, kavak ağacı diktiğini, bunun da geçerli olmadığını bilirim.
Hamam Çimeni’nde her akşam üzeri futbol maçı yapıldığını, telde cambaz yürüdüğünü, çadırlar kurulduğunu, güzel bir kız var diye insanların halka attığını, tüfekle nişan atışı yaptıklarını isabet edip patlama olunca caka sattıklarını da bilirim.
Orta Cadde köfte kokardı. Üç beş kasap vardı. Önünde tel kaplı vitrinler etleri sineklerden koruduğunu bilirim. Dükkân kepenkleri tahtaydı. Köpekler, kasap bana bir parça et verir diye saatlerce beklerdi. Bazı kasaplar çok cimri olur vermezdi. Bazı kasaplar etteki yağları atarlardı köpeklere. Bakırlar dövülürdü. Orkestra gibi gelirdi sesleri. Dövme bakır çok tutulurdu. Ezan okunurken bakır dövme işi durur, abdest alınır camiye gidilirdi. Tenha idi sokaklar. Sirimoğlu aheste aheste yürürdü. Çoğu insan takılırdı Sirimoğlu'na. O da kendine göre bir dünya kurmuştu. Fal açardı. Kimi inanır kimi inanmazdı. O da yolunu bulurdu bu arada. Dikdikina tulum giyer, Deli Şakir kalbur örer, Ali Osman Aga kafası kızınca söver, Enver Türker takım elbiseli bastonlu, kravatlı, şık giyerdi. Fotersiz çıkmazdı sokağa. Tahta dükkân kepenklerine şiirler yazardı ama Osmanlıca, bilirim.
Hamsi balık sayılmazdı Akçaabat'ta. Köylerden gelirler alırlardı teneke ile sepetle. Daha çok kayıklardan, iskeleden. Balıkhane yoktu. Balıkçı tuttuğu balığı kayığın yanında satardı. En güzel şira içilirdi Pulatkan’ın kahvesinde. En güzel dondurmayı Sütçü Ali ve Başlar yaparlardı. Başların kar kuyuları vardı. Daha sonra Orta Cadde’de buz satarlardı. Sütçü Ali süt, sahlep ve şira yapıp satardı. Cola, fanta, bilmezdik. Salı günleri soğuk su satardı çocuklar caddelerde.
Üç film oynatan sinemalar vardı. Meşhurdu Kurt Nazım'ın sineması. Şimdi yeri kütüphane. Kollardı, parası olmayanı sinemaya sokmazdı. Filmin yarısında yirmi beş kuruşun varsa girerdin sinemaya. Sonra Adnan Sezgin Mehtap'ı açtı. Kandaz Kardeşler derenin üzerine sinema yaptı. Sonra bu bina Milli Eğitim oldu. Şimdi yıkıldı.
Salı günü, kesilen, asılan, şehit olan insanların destanlarını satardı destancılar. Salari’de atılırdı Ramazan topu."Helim Aga bum.Trabzon attı sen de at" sözleri nakarat olurdu çocukların dillerinde. Salari’de kar kuyuları da vardı. Trabzon'a gidince ilk defa Boztepe'ye Ramazan topunu göreceğiz diye çıkardık.
Düğünler eskiden sazla yapılırdı. Meşhurdu bazı saz sanatçılar. Hüseyin Doğu adlı bir sanatçı gelecek olursa düğüne çok insan olurdu.
Askere insanlar sahile yaklaşan gemilerle gönderildi. Kayıklara biner, beyaz mendil sallanırdı askere gidene. Benim babam da böyle gitti askere ama bir daha geri dönmedi. Şehit oldu. Şimdi uyur Kasımpaşa Dolapdere'de. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
Asker gönderme zamanı sahilde bir hengâme olurdu. Kemençeler çalınır, kimi ağlar kimi gülerdi. Aynı hengâme cümbüşe dönüşürdü Alaturbiya törenlerinde.
Tellal Osman Aga ineği kaybolanlar için ilan okurdu, bilirim. Yeni Cami’nin yanında Topsakal'ın dükkanının kenarında şişeler içinde her salı günü sülük satılırdı. Romatizma hastalığı olanlar sülük alır, takardı. Sülükte şifa aranırdı.
Biz arkadaşlarımızla ya Orta Mahalle deresinde buluşurduk ya Harman’da ya da Ortaokulun bahçesinde. Gıranbalılar Hamam Çimeni’nde. Zaman zaman çıkardık Ayliya’ya, Kibar’ın çamlığına. Daha çok Hıdırellez’de. Bazı arkadaşlarımız zanaat öğrensin diye çalışırlardı berberde, bakırcıda; gelemezler, üzülürlerdi.
Meşhurdu Akçaabat taksi ve minibüsleri. Akçaabat yazardı plakalarında. Gogle, defne yaprağı alınırdı. Salı günleri yumurta, minzi, yağ alırdı Yığcılar. İşlerini düzgün yapan ticaret adamıydılar, tercih edilirlerdi. Kimi korsan esnaf yumurta çürük der saymazdı. Eksik tartar, az para verirdi.
Yemeği aynı tastan yerde oturarak yerdik. Sonra siniler çıktı bakırdan. Elbiseler yamalıydı. Köyden gelenlere bu sebeple abalı derlerdi. Sular mahalle çeşmelerinden berrak akardı. Yatak yorgan dere kenarlarında yıkanırdı. Bakkal gazyağı bile satardı. Lükmen, şişeli vardı bir zamanlar. Geceleri mahallede bekçiler olurdu. Düdükle haberleşirlerdi. Her mahallede üç beş taş çeşme vardı. Zincire veya ipe bağlı bakır maşrabalar vardı. Su içilir, dua edilirdi yapana. Üzerinde falancanın hayratı diye yazardı. Bizim için dört çeşme önemliydi. Biri Ayliya’daki küçük çeşme. Bir diğeri Gülmez Osman’ın çeşmesi. İbrahim Ağa’nın Çeşmesi ve Doktorun Bayırı’ndaki Kaymakamın Çeşmesi.
Denizlerimiz pırıl pırıldı, temizdi. Mezgit balığını beğenip yemezdik. Sümüklü gelirdi bizlere. Elimizde durmaz, atardık denize. Radyo zenginlerin evinde vardı.
Yazmaktan yoruldum dostlar. Burada bitirelim. Mazi kızmasın bize erken bitirdik diye.
Zaten bu günlerde uzun yazılar okunmaz. Dedikodu tatlı gelir insanlara. Yakında yerel seçim var. Kimse demez benim adayım kara. Her zaman mağrur ve dik başlıdır onlar. Sakın kanmayın bugünkü hallerine. Şehirlerin kendilerine göre sorunları var. Şehirlerde huzur arıyor ruhlar. Onu verecek kim varsa o gelsin. Ama ben şimdi görev yapan insandan memnunum.
Gördünüz değil mi mazinin kapısını eski bir anahtarla açtık ama çok uzun bir yolcuğa çıktık. Hikâye uzadı. Devamını daha sonraya bırakalım. Kalbinizi sevgi anahtarı açsın. Bir koltuk uğruna ne olur birbirinizi kırmayın.