Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 04.06.2024 12:22

KÖK

Dolmuşla Akçaabat'a gidiyordum. Dolmuş, Haçkalı Baba Devlet Hastanesi karşısında, bir müddet yolcu almak için durdu. Ben arka koltukta, cam kenarında oturuyorum. Kaldırımdan gelip geçeni seyrediyordum.


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

Etrafta yapraklar açmış, çiçekler, dallarda kuşlar. Karşımda şehirleri demirlerle bölen canavar gibi duran bir üst geçit. Hastanede şifa bekleyen insanlar.

Kısaca gördüğüm ve önümde söken bir kasaba dünyası. Yine aynı tipler. Dolmuşa binerken elindeki sigaradan son bir nefes çekip, izmaritini kaldırımlara atanlar. Karşımda, dışı sıvasız, bir un fabrikası. Tepesinde karnını doyurmaya çalışan martılar, kuşlar. Martılardan korkan güvercinler. Martı, güvercin açlık tokluk savaşı.

 Bir ara kaldırımlara doğru yol aldı gözüm. Özensiz, düzensiz, insanoğlunun eline geçen her çöpü fırlattığı zavallı kaldırımlar; sanki dertli geliyor bana. Ama hala üzerinde düşüncesiz birçok ayak gidip geliyor. Az ileride Belediye Otobüs durağını kapamış özel araçlar. Belediye otobüsü durağa girmek için kıvranıyor.

Bakıyorum, görüyorum ve susuyorum. Düşüncem ve konuşmalarım içe yönelik. Sanki söylenmeyen düşüncelerden insan kafası çatlayacak. Akıl hala büyülü. Dolmuşa binenlerin hastalıklı halleri belli oluyor yürümelerinden.

 Bunları düşünürken, sanki kulağıma geliyor bir ses: "Hişt hişt, beni neden görmedin?" Daha dikkatli bakıyorum sesin geldiği yere. Vah zavallı!.. bir zamanlar göklere uzayan bir çınarın kökü. Kurumaya yüz tutmuş. Uzanmış kaldırıma dertli mi dertli. Derdinden anlayan yok. Yıllar önce bu toprağa fidan olarak dikilmiş, yıllar geçmiş büyümüş, süsü olmuş bu yerin. Yazın sıcaktan bunalan insanlar yeşil yaprakları altında serinlenirdi. Kuşlar, yuva yapardı dallarına. Kışın yapraklarını döker, yağan karla beyaza bürünür, farklı güzellikler sunardı insanlara. Buradan geçen her insanı tanır, her insan da saygı duyardı bu koca çınara. 

 Bir zaman geldi. Üst geçit yapmak için balta vurdular bu koca gövdeye. Oysa umudu vardı koca çınarın. Gövdeme balta vurmaz bu şehirde yetişenler. Hele de okumuş yazmışlar. Çünkü o kök biliyordu; Trabzon Lisesi'nin önündeki "manolya" ağacını kurtarmak için okulun otuz metre kuzeye çekilerek yapıldığını. Ne çabuk zihniyet değiştirmişti bu millet? Bir gecede, hem de ışıksız bir zamanda kimse görmesin diye bu çınarın gövdesine giriştiler. Yıktılar yere. Parça parça ettiler. Hatta gövdesini "kurbanlık bir koyun" gibi paylaştılar kesenler. Gittiler, evlerinde attılar sobaya. O koca çınar cayır cayır yanarken, ellerini ovuşturarak seyrettiler, ısındılar. Baktım bunları mı anlatacak bana orada garip, unutulmuş, hüzünlü kök.

Bir daha yitik bakışlarla baktı bana, kurumuş, unutulmuş kök. Sesi kısık, rengi soluk, üzerinde yaşını gösteren derin çizgilerle bir daha baktı bana:

“Sen de mi beni anlamadın? Beni zaten çoktan öldürdüler. Benim derdim şimdi başka. Bak kurumuşum, kalmışım bu köşede. Devamlı iç çekiyorum. Derdimi dinleyen, halimden anlayan yok. En çok beni üzen, bu kaldırımın ortasında kuru bir kök olarak bırakılmam. Gece gündüz gelip geçerken takılan ayakların, bana yaptıkları hakaretler ve küfürler. İşte en çok buna üzülüyorum. Kimse görmüyor, kimse duymuyor beni. Ben bir zaman ulu çınardım. Kestiniz, parçaladınız beni. Şimdi kuru bir kök olarak neden bıraktınız beni bu kaldırım üzerinde? Gelen geçene engel oluyorum kuru bir kök olarak. Geçen gün hasta bir nine, belki de gözleri iyi görmüyordu, takıldı bana ve düştü eli gözü parçalandı. Üzüldüm, ben kuru bir kök olarak bu kaldırımda engelim. Hatta yol boyunca gidin bakın. Çok engel olarak kesip bırakılmış benim kök dostlarım var.”

Benim sizden isteğim, ortalığı toza dumana vermeden, gelsin çıkarsınlar beni kök olarak bu topraktan. Üstüme beton döksünler. Siz beton çağı insanlarısınız. Ben de kurtulayım bana takılıp düşen insanların küfürlerinden."

Ben, kökle böyle hasbıhal ederken baktım bir öğrenci koşarak giderken köke takıldı ayağı, tökezledi. Döndü geri bir sert bakış attı köke, sonra bir şeyler mırıldandı. 

Dolmuş, yeterli yolcuyu almış yavaş yavaş harekete geçti. Benim gözlerim hâlâ o kuru kökte. Bir daha utanarak seslendi bana kuru kök: “Unutma, yetkililere söyle çıkarsınlar benim ölü bedenimi bu yoldan. Üstelik çok kurudum. Zaten çoktan öldüm. Çok da güzel yanarım koca çınarın kökü olarak.”

Söz dedim, söyleyeceğim. Bu sebeple duysunlar diye yazıyorum buradan. Ben, kökü düşünerek gidiyorum Yaylacık'a doğru. İçimde o koca çınarın kökünün serzenişi. 

Sonra...

“Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim.” Biz bu sözü söyleyenin torunlarıyız öyle mi?

Sadece söz olarak kaldı köşelerde: "Ormansız vatan olmaz."

Köke söz verdim. Buradan sesleniyorum Belediye’ye, Karayolları’na. Akçaabat Hastanesi önünde üst geçit yanındaki o kuru kök, kaldırın cesedimi buradan diyor. Gidin o kökü topraktan çıkarın da yayalara engel olmasın. Hatta tüm kaldırımlardaki kuru kökleri çıkarın yerlerine ağaç dikin. Bu da benim isteğim.

Kuşlar bir sabah kalktılar, çınar yoktu yerinde. Serçeler ağlıyordu. En küçük serçe şöyle bir ağıt yaktı: “Köle olmuşuz betona, biz kuşuz elden ne gelir?”

 Ben de diyorum ki: Ağaca, ormana ne kadar kötülük yapsan da, ağaç sadıktır toprağa ve insana. Seni kötü göremez, bin kötülük yapsan da. Bir kaya parçası, azıcık toprağa düşerse tohum zaman gelir yeşerir. Ama kök ayrılık acısına dayanamaz, kurur gider ve engel olur gelip gidene. Bizim, insan olma hakkımız varsa, ağacın da ağaç kalma hakkı vardır. Ben bunu anladım üç kilometrelik dolmuş yolculuğunda. Orman ve ağaç bir türkü olarak kalacak toprağa yazılan.

Dostlar kökün size de selamı var. Yolunuz düşerse o durağa bakın o kök orada yine engel mi insanlara.

Bol yeşillikler içinde, baharın güzellikleri ruhunuza ışık versin. İyi haftalar dilerim.


Akın HOCAOĞLU
4.06.2024 14:21:37
Kökü mazide olan atiyiz sözü takıldı ağlara.Köküne zarar verenlerin yarını berbat olur...