Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 06.08.2024 12:03

KARA LASTİK VE ÇARIK

Yaşadığım kentin pazarı Salı günleridir. O gün Doğu Karadeniz'in en zengin pazarı Akçaabat'ta kurulur. Abarttığımı sanmayın, doğru söylüyorum. İsterseniz Akçaabat Pazarı’nı dizelere döken Ceyhun Atıf Kansu'nun şiirlerine bakın.


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

Pazar kurmak Orta Asya'dan gelen bir kültürdür. Bu pazarlara panayır, şölen adı verilir. Hepiniz bilirsiniz ki, Anadolu’nun kapısı 1071’de açıldı Türklere. Bu kapılardan giren Türkler; yerleştikleri yerlerde de Orta Asya geleneğini sürdürdüler. Şimdi biz de onların bağırlarında yaşattıkları geleneği yaylalarda ve köylerde görüyoruz.

Salı günü, eskiden görev yaptığım dairenin önünden (Rahmetli Emin Balta ile tuğla, demir, kiremit ve çimento dilenerek yaptığımız o bina yıkıldı. En çok üzüldüğüm de ellerimle yaptığım arşivin yok olması ve evrağın, belgelerin, kâğıt toplayıcılarına satılması ve yakılması) geçerken o ayakkabı satan çadırı gördüm. Hem hâl hatır sormak hem de satışlar hakkında bilgi almak için yanaştım. Baktım kara lastikler bir kenarda garip ve öksüz gibi duruyorlar. Yanaştım aldım elime, sevdim. Çocukluğumda benim de giydiğim kara kokulu, ter kokulu lastikler. Aldım, kokladım. Eski dünü yakalamak istedim kara lastik içinde.

Kara lastiklerin o kadar hikayeleri vardır ki anlatılmakla bitmez. Daha önce babalarımızın ve dedelerimizin giydikleri çarıklar gibi. Her taraf yeşil olan yaylalarda inek otlatacaksan ya çarık giyeceksin ya da kara lastik. Çarıktan kara lastiğe geçiş bir sınıf atlama. Bilhassa tütün bahçelerinde ayağında kara lastik olacak. Ama bel bellerken en değere binen çarıktır. Çünkü çarık terleyip ayağında dönmez. İpleri vardır bileğine bağlı.

At, katır, eşek peşinde ormana giden kadın veya erkeğin ayağında kara lastik vardır. Tepelerden akan serin suların içine kara lastikle girersin, ayağın serinlenir. Korkma az sonra kurur. Kara lastik içinde su içirirsin susayan kınalıya, sarı kıza. Doymaz, “yeniden içir” der.

Doğa dediğin bir habercidir, rehberdir rençberlere. Doğa rengine göre işaret verir insanlara. Sarı ve mor çiçekler açtı mı hava ısınıyor demektir. Hayvancılık yapıyorsan yaylanın yolunu tutacaksın. Bağ bahçe işin varsa toprağa bakacak, işleyeceksin. Tütünleri ayıklayacak, alt yapraklarını alacak, doruklarını vuracaksın. Yaylaya gitmek için, tarlaya inmek için tavandan çarıkları indirecek, kara lastiğini giyeceksin.

İşte bunları düşündüm kara lastikleri koklarken. Tor Lastikleri, Seval Lastikleri, Trabzon Lastikleri, Samsun Lastikleri hep var olmuştu hayatımızda. Hâlâ varlar. Sadece kaybolan çarık. Garip, öksüz kara lastikleri bir kenarda gördüm hem üzüldüm hem de sevindim. Hâlâ varlar bu kültürde.

Çarık yaylacıların ve sürü sahiplerinin bir ayakkabısı. Ta Orta Asya'da Anadolu'ya taşımıştır insanları. Yani deri hem kalkan olmuş hem de giysi. Ama çarık ayağa giyildiğinden çok daha değerli olmuştur. Giymezsen ayağına taş değecek. Çarığı giyen, deri çıkınına peynirini, ekmeğini koyan çoban katar önüne sürüsünü çıkar dağlara. Yorulursa, acıkırsa salar koyunları obaya, gelir yanına karabaş, otururlar. Çıkarır ayağından çarıklarını uzanır çoban ve alır eline kavalını başlar çalmaya:

“Soğuk suyun başında/Kara koyun yayılır/Kız seni gören gözler/Sarhoş olur bayılır.”, “Aman aman külahlı/Yarin eli silahlı”, “O tepenin başında/Kara koyun gezeler/Rakıya meze olsun/Yanağındaki gamzeler.”

Sonra kalkar yine düşer sürüsü ile daha çok ot bulacağı yere. Yine ayağında çarıklar.

Çarık ve kara lastik kokusu bakın nereden aldı nereye götürdü beni. Ama bakıyorum hâlâ kara lastik hayatımızda var. Bizim için en marka ayakkabı neyse o zaman dedelerimiz için de çarık oydu. Nasıl biz yeni ayakkabımızı bir başkası giymesin, çalmasın diye yastığın altına koyarsak, dedelerimiz de yaylalarda inek otlatırken çarıkları eskimesin diye; çarıkları çıkarır çimenlerde çıplak ayakla dolaşırdı.

Şöyle bir öykü duymuştum. Belki de okumuş olabilirim:

Bir yaylada veya köyde bir Ermeni semerci varmış. Evinin yanında da iki öküzü varmış. Ama bu öküzlerin gözleri körmüş. Hırsızlar gelmiş bu öküzleri çalmışlar. Ermeni semerci öküzlerini bulmak için, o zaman o yörede yaşayan bir falcıya varmış. Falcı Müslümanmış. Ermeni karar vermiş ve bu falcıya gitmiş. Fal açtırmış. Falcı Ermeni'ye karşıdaki ormanı göstermiş, “öküzlerin orada” demiş. Ermeni ve karısı yola düşmüş ve ormanda kör öküzleri aramışlar. Bir ağacın dibinde hırsızlar öküzleri kesmiş etini orada bırakmışlar. Etin yanına da bir not asmışlar. Notta şunlar yazılıymış: “Kova kova indirdik düze/Kör öküzler çok zahmet etti bize/Eti size, gönü bize/ Vallahi de musmul, billahi de musmul.”

Hırsızlar kör öküzün sahibini Müslüman sanmışlar. Öküzler İslamî usule göre kesildi. Etini yiyebilirsin ama derisi bize çarık yapmak için lazımdı. Hakkını helal et, eti alda git. Biz de çarık yapalım ve giyelim. Yani bir zamanlar çarık etten daha değerliydi hırsızlar için.

 Pazarlar güzeldir. Böyle eski eşyalar, lastikler, basmalar, fistanlar, ketenler, güğümler görünce zaman sarıyor eskiye, eskilere.

Şu günlerde hiç kımıltı yok yaprakta bile. Bilmem şimdi tarlada dolaşır mı kadınlar? Ayaklarında kara lastik varsa terler ve yakar. Giysen olmaz, giymesen olmaz. Giymesek bile hiç değilse evimizin bir köşesinde nostalji da olsa bulunsun bir çift kara lastik. Benim var. Hatta çarık bulursam onları da alıp asmak istiyorum. Bakınca insan geçmişi yaşıyor. İşte ben geçen salı yaşadım bunu eskiden dostluk yaptığım, konuştuğum, sahibini tanıdığım açılan bir sergide.

Çok değerlerimizi yitirdik. Bir sergide de olsa gülümsesin bize kara lastik veya asılan bir çarık. Bunda ne zarar var?

Bekleme o günler dönecekler diye. Kara lastik çok masum duruyordu o sergide; marka ayakkabılar arasında. Üzüldüm.