KÖŞE BUCAK
Mehmet Salih KÖSE
Eğitim Uzmanı
Benim de aklıma geldi Akçaabat'ın eski kahvehaneleri. Derler ki 16. Yüzyılda Osmanlı'da, İstanbul'da açılmaya başladı kahvehaneler. Sonra yavaş yavaş yayıldı Anadolu'ya.
Çok eski zamanlarda keyif amaçlı toplanılırdı kahvehanelerde. Genelde okur yazarların buluştuğu yerlerdi. Buralarda kitap, gazete okunur; bazıları da tavla, satranç, dama, domino, aznif oynarlardı. Günümüzde çeşitli kâğıt oyunları, okey gibi yeni keşfedilen oyunlar da eklendi bu oyunlara. Yine eskiden dostların toplantı tertip ettikleri yerlerdi kahvehaneler. Yazarlar, çizerler, kadılar, müderrisler, bekarlar buralara gider, sohbetlere katılırlardı. Öyle günler olurdu ki oturacak yer bulunmazdı. Bilhassa hatipler, ünlülerin sohbeti olduğu zamanlar. Hatta bir zamanlar kahvelerin açılmasıyla halkın camilere rağbetinin de azaldığı söylendi. Bu sebeple midir yoksa kazanç amaçlı mı bilemem ama camilerin hemen yanında sadece çay kahve yapan birkaç kitap ve gazete bulunan "çay ocakları" açılmaya başlandı.
Kahvelere sadece kahve içmek için giden insanlar yeriydi. Her şey değiştiği gibi zaman içinde kahve kültürü de değişti. Kumar gibi kötü alışkanlıklar girdi, bilhassa kuytu yerlerde açılan kahvelere. Bir dönem, bu sebeple Osmanlı'da kahveler kapatılmıştı.
Halk kahve içmeye o kadar alışmıştı ki kapatmanın önüne geçilememiş, "koltuk kahvehaneleri" denilen ara sokaklarda kahvehaneler açılmıştır. Buna örnek ilçemde şimdi yerinde eczane bulunan "Hurşit'in Kahvesi”dir. Daha sonra, ulema kahvehanelerin haram olmadığına fetva vermek zorunda kalmıştı.
Günümüzde halk değil, bürokratlarda kahvelere gitmeye başlamış. Hatta bazı yerel yönetimler ve idareciler kazanç getirsin diye kahvehaneler açmış. İş adamları kahvehane yaparak kiraya vermiştir. Köy Kahvesi, Kır Kahvesi… lokali tabirleri dilimize girmiştir.
1960 İhtilalinden sonra kahvehaneler siyasi görüşlere göre de ayrılmıştır.
Akçaabat'ta çok eskiden, fonksiyonlarına göre kahvehaneler vardı. En ünlü kahvehane Uzun Ali'nin Bahçeli Kahvehanesiydi. Şimdiki Atatürk Parkı. Oturma düzeni iki şekilde olurdu. Yazın, bahçesine giren okumuşlar, zenginler bir tarafta, köylüler, köyden gelenler bahçenin en dip tarafında, fıskiyeli havuzun doğusunda otururlar. Gençler derenin kenarında küçük bir alanda tavla (tekli, ikili, üçlü) oynarlardı. Kışın derenin üzerindeki tek katlı kahvehaneye çocuklar, marabalar ve köylüler giremezdi. Ağalar, zenginler, bürokratlar girerdi. İkinci kahve, Topsakal’ın Kahvehanesiydi. Onun da önünde Jandarma binası ve bahçesi vardı. Bahçesinde beş on tane akasya ağacı bulunurdu. Salı günleri bu bahçe her türlü insanla dolardı. Kapalı mekân bir buçuk katlıydı. Orta Cadde'ye bakan ve İnönü Caddesine bakan giriş kısımları vardı. Bu kahvede genellikle Adalet Partililer otururdu. Ama işleten kişi Cumhuriyet Halk Partiliydi. Ara sıra şaka yollu tartışmalar yaparlardı. Üst katta Adalet Partisi binası vardı.
En üst caddede daha çok köyden gelenlerin oturduğu ve üzerinde otel olan Özcanların Kahvehanesi vardı. Daha çok Varali'nin Kahvehanesi adıyla bilinir. Kadınlar Pazarının yanında Harun Seyis’in kahvesi. Tekelin karşısında Harun Aga’nın kahvehanesi vardı. Tekel işçileri saat on ve öğle vakti cay içerler, ortaokul öğretmenleri ders arası kahve. Yine Jandarmanın karşısında bir zamanlar dedemin, sonra Osman Aga'nın kahvehanesi vardı. Buraya da daha çok ortaokulda okuyan çocuklar, gizli gizli giderdi. Okul Müdürü Aydın Berberoğlu onları bulup yakalar ve ders çalışmaları için uyarırdı. Bir kahvehanede eski Yapı Kredi Bankası’nın yerinde vardı. Pulatkanlar Kıraathanesi. Oranın da yaz aylarında şırası çok meşhurdu. Daha sonra Osman Pulatkan o güzel şıra yapmaya devam etti. Şimdi o güzel şırayı yapan yer yok. Daha sonra meşhur olan Çamaşır'ın Kahvesi olmuştur. Genellikle Nefsipulathane gençleri burada toplanırdı. En yeni, en lüks kahvehaneyi "Kel Hüseyin" şimdiki Akbank'ın yerinde açmıştır. Hatta kardeşi Boksör Hasan, yeğeni Oktay Değirmenci bu kahve içinde ring kurarak boks maçı da yapmışlardır. Cemal Kamacı şampiyon olunca burada törenle karşılandı. Daha eski kahveler var. Onları değerli büyüğümüz Osman Baş'tan dinlemek gerekir. O “Şaheste Mustafa'nın kahvehanesinden bahseder. Hatta ilk buzdolabını onun kasabaya getirdiğini söyler. O daha çok eski kahveleri bilir. Bu şehrin yaşayan canlı hafızasıdır. Şimdi İstanbul’da, selam gönderelim buradan.
Kahvehanelerde bir kahve ocağı, kahve ibriği, cezveler, fincanlar, tepsi, kahvecilerin dinlenmesi için bir tabure ve gerekli malzemeler bulunurdu. Küçük alanlardı. Günümüzdeki çay ocakları gibiydi eski kahvehaneler. Genellikle yakındaki iş yerlerine kahve pişirip askı ile götürürdü kahveci çırakları. Bizim mahallede caminin mektebi kahvehane gibiydi. Rahmetli Mehmet Amca çok güzel kahve ve kakao yapardı. Hem de Mekke fincanında. Günümüzde, geniş, içinde çeşitli oyunların oynandığı mekanlar yapıldı. Şekil değiştirdi kahvehaneler. İlk defa 1600 yılında tütün içmek için kahvehanelere, yasemin, gül, kiraz ağacından yapılmış çubukları İngilizler getirdi. Şimdiki nargileler. Eskiden kahveciler aynı zamanda berber ve sünnetçiydi. Bu sebeple kahvede bir ayna, makas, havlu, peşkir, ustura ve cerrahi aletler olurdu.
Günümüzde kahvehaneler meslek guruplarına göre ayrılmış. Mahalle ve köy kahvehaneleri, esnaf kahvehaneleri, tiryaki kahvehaneleri, dernek lokalleri. Erzurum Kars yöresinde aşık kahvehaneleri.
Eski geleneksel kültürü yansıtan sadece kahve pişiren ve çay demleyen gazete, kitap okunan çok küçük model bir bahçeli kahveyi insan görmek istiyor Akçaabat Atatürk Parkı’nda.
Kahveniz ister sade ister orta ister şekerli olsun. Ama unutmayın kahve pişirende güler yüz, kahvenin köpüğü de sevgiden olsun.