Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 29.10.2024 10:01

HATIRLAMALAR

Evlerinizde çokça eski resimler vardır. Belki de uzun zaman olmuştur; bakmadığınız resimler.


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

Gün gelir eski dostlarınızla bir geziye katılırsanız; eve dönünce o eski resimlere döner bakarsınız. Hatta o resimler arasına yeni yeni resimler eklersiniz. Baktıkça o eski resimlere hatıralarınızın üzerinden sis perdesi çözülür. Gözleriniz yaşlanır, dudaklarınız oynar, bakışınız farklılaşır.

Arkadaş gezileri de buna benzer. Geçmiş yılların yorgunluğu içinde arkadaşlarınıza bakarsınız, hepsinden ayrı ayrı bahar dallarındaki çiçekler kadar güzel kokular gelir.

İşte bizler de beş altı yıldır sürdürdüğümüz Akçaabat Lisesi ilk mezunları (1971 yılı) olarak yağmurlu bir günde; güzel ülkemin değişik yerlerinden çıktık yola. Kimi Trabzon'dan, kimi İzmir'den, kimi Çanakkale'den, kimi Balıkesir'den, kimi İstanbul'dan, kimi Karamürsel'den. Önce Sinop Gerze'de bir otelde buluştuk. Yağmurlu ve soğuk bir geceydi. Ama dostları görünce ne soğuğu ne de Karadeniz'in dalgalarının sesini, hatta otelin nasıl üç yıldız aldığını unuttuk, birbirimize sarıldık hasretle. Kimimiz ışıklar altında yeni açan bir gül gibiydik. Kimimiz soğuğa kafa tutarcasına ceket, manto giymiştik. Basit bir yerdi toplandığımız yer ama o kadar hasrettik ki hatıralara toplu olunca basit bir natürmort dekoru oluşturduk. Kimimiz oturmuş, kimimiz ayakta hal ve hatır soruyorduk. 

Aslında biz tam yüz on dört  kişiydik Akçaabat Lisesi'nden ilk mezun olanlar. O günden sonra çoktan toprağa karışmış arkadaşlarımıza oldu; onlar için dualar okuduk içten. İsimleri geldi geçti dilimizden.

O gün orada kimler mi vardı?

Tam yirmi beş kişi: Ali Turhan Erol, Ali Kenan Aktuğ ve eşi, Hamdi Gedikli ve eşi, Haydar Hotaman ve eşi, İclal Hurmacı, Lütfü Kuruçelik ve eşi, Mahir Çolak ve eşi, ben ve eşim, Mevlüt Altuntaş, Mustafa İnal ve eşi, Nursal Şeşen, Osman Pepe ve eşi, Osman Topal ve eşi, Osman Keleş, Ülker Armutçu ve kız kardeşi. Yirmi beş insanın sohbeti, gülüşü, açık ruhlu oluşları, öfkesiz ve kinsiz davranışları hoş dakikalar geçirdi bizlere.

Bir kahvede oturduk çay içtik. Daldık geçmişin derinliklerine. Herkes bir anısını anlattı. Güldük, düşündük, o günlere döndük.

Sinop'dayız. Yani Sinope. Şu gündüz fenerle adam arayan düşünürün memleketi. Rehberimiz pek bilgi vermiyor ama bizler bildiklerimizi kendi aramızda paylaşıyoruz. Sinop'ta dikkatimi çeken sürücülerin yayalara gösterdikleri saygı ve öncelik. Şehir içinde hiç trafik lambası yok ama trafik akışı sorunsuz devam ediyor. Sinop bir turizm şehri. Bu aylarda turist yok. Sanki sokaklar bizler için. Ağaçlar, ulu çınarlar yapraklarını dökmekte. Park ve bahçelerde üç beş emekli. Sinop mantısı yapan ve satan yerler tenha. Yaz kalabalığı yok. Teyze'nin, Hala'nın, Yenge'in mantı yeri gibi isimler almış. Sinop'un meşhur cezaevi var. Müzeye dönüştürülmüş. Bir de Kanlıca mantarı. Tam mevsimi. 

Hamsilos ormanlarında kadın erkek topluyor. Kasalarla satılıyor. Fiyat 100-150 lira aralığında. Yaş ceviz 100-125 lira, kestane 150-180 lira civarında.

 "Dışarıda deli dalgalar/Gelir kıyıları yalar" sözlerinin yazarının heykelini dikmişler bir parka. Gözlüklü gözleriyle Karadeniz'e dikilmiş bakıyor, şair ve yazar. Onun yattığı yerleri görmek için büyük bir hevesle yöneldiğimiz Müze Hapishane kapalı. Onarım ve restorasyon var. Maalesef saat dörtte de Sinop Müzesi kapalı. Biz hapishanenin çevresinde dolaşırken benim aklımda olan şairin burada yaşadığı yıllar. Sessiz loşluk ve rutubet içinde, kıyıya vuran dalgaların sesine şiir yazmak. Bu düşünceyi anlamak için düşünüyorum Sebahattin Ali'yi. Gönlünü tıkamamış ve ölüm azabı duymadan yazmış. Halbuki o yıllar böyle bir hücrede yaşamak çok zor.  Orada ölmemiş ama Bulgar sınırında öldürülmüştür. 

Baktım şehirlerde şair yalnızlığı var. Aynı şeyleri yaşadım sanki Kastamonu'da. Çemberler gördüm sarı sarı. Aldım elime kokladım sanki Cideli Rıfat Ilgaz gibi geldi bana. Bize rehberlik eden kişiye baktım hiç de bahsetmedi ondan. Belki o şarkı aklına gelmedi ya da Habbam Sınıfı’nı okumadı, filmini seyretmedi. “Rıfat Ilgaz sarısı nedir?” diye sorasım geldi ama bilemez diye sormadım. Sadece "Sepetçioğlu” türküsünün öyküsünü sordum. Duymamış. Bildiği Moni Efsanesi. İsterdim ki turist rehberliği yapanların damarlarından, şairlerin mısraları akıtılmış olsaydı. Hiç değilse Şerife Bacıları tanısalar bile iyi olurdu. Erfelek Tatlıca Şelalerine yöneldik. Yolllar büklüm büklüm ve tenha. Şelale yağmurlar sebebiyle coşkulu. Farklı alemlere dalıyor insan. Birkaç foto birkaç anı biriktirdik, anı torbamızı doldurup yine düştük yola. Sinop'ta maket motorlar yapılıyor. Torunlar için aldık. Pazarlık etmek şart. 

 Ben, bu arada bir yerden bahsetmeden geçemeyeceğim: Taşköprü. Hani o sarımsak memleketi. Evet, sarımsak bu kentin tarımında ünlü bir bitki. Ama burada gördüğüm başka bir şey de var. O da şehrin temizliği. Girişte sarımsak heykeli. Biz hâlâ köftenin abidesini yapıp altına, köftenin başkenti yazamadık. Oradaki bu heykel ve abide, sarımsak satanlardan toplanan paralarla yapılmış. Yalnız Taşköprü esnafı biraz ukala ve sevimsiz geldi bana. Boyabat Kalesi’ni gördük. Yalnız çevre temizliği çok eksik. Sanki Taşköprü ile Boyabat yerel hizmeti farklı anlayışta. Şehir içi trafik Boyabat'ta karışık. Pazarda Kanlıca mantarı bolca. Kadınlar toptan satıyor.

Az daha unutuyordum. Sinop'ta bir buçuk gün kaldık, asla korna sesi duymadım. Bir defa korna sesi duydum, o da bizi taşıyan araçtan çıktı. Bu şehri bu yönü ile kıskandım. Darısı bizim şehrin başına. Sürücüsü kibar bu şehrin, bu medeni anlayışına hayran kaldım.

Kastamonu'da balıkçılar gördüm. Büyük palamut 150 lira. Yeni hamsi çıkmış taze taze.  Balık Cide'de, İnebolu'da tutuluyor. Balık var ama balık yeme kültürü sanki biraz az. Ama bu bölgelerde balıktan çok mantar önde. Taşköprü'de, Boyabat'ta kasalarla mantar toplamış halk ve köylü, satılıyor toptan pazarlarda. Kastamonu'da balıkçılar gördüğüm kadar ağır başlı, efendi. Bağırmadan balık satıyorlar. Sorarsan cevap veriyorlar. Trabzon balıkçıları sanki biraz külhanbeyi. Sorsan "balık taze mi?" Alacağın cevap: "Senden taze." Desen; “biraz bayat geldi bana” diye, hiddetlenir ve söylenir: "Bak bak ikindiyi denizde kıldı da geldi.” Sinop'ta gördüğüm; sahilde keyifle balık tutanlar genelde emekliler. Çünkü balık tutmak kafa ve ruhu dinlendirir. Hiçbir sorun, kötü düşünce kafaya takılıp kalmaz. Suyun üzerinden akıp gider.

 Kastamonu'nun çekme helvası meşhur. Ayrıca elde ağaç basması sofra bezleri var. Etli ekmeği var. Seyir tepesi hoş, güzel. Teleferik direkleri iki tanesi dikilmiş. Belediye el değiştirince yeni başkan teleferikten vazgeçmiş. Teleferik direkleri yerinden sökülüyormuş. Keşke bu sökülen direkler Akçaabat'a gelse dikilse. Gördüğüm kadarıyla teleferik Kastamonu turizmine canlılık verirdi. Hatta derler ki Nasuhbeyoğlu Cami önündeki şadırvandan su içen Kastamonu’ya yedi defa döner gelirmiş. Bence teleferik için de gelen insanlar olurdu. Şehrin ortasında çok güzel milli mücadele yılları, abidelerle canlı tutulmuş. Kastamonu eski evleri güzeldi. Eski çarşıları var, gezilecek yerleri mevcut. Şehir Müzesi küçük ve basit. Şapka Müzesi ve kalesi var. Ormanları muhteşem. Kastamonu'nun içinden bir dere akar. Hala bu şehirde milli mücadelenin izleri. Mehmet Akif'in sözleri, şiirlerinin yansımaları görülür.

Kısaca şöyle dostlar. Herkesin bir keyfi var. Bizim keyfimiz de Akçaabat Lisesi ilk mezunları olarak her yıl tespit edilen bir yerde buluşmak. Oturup sohbet etmek. Lisede okuduğumuz günleri hatırlamak. Gönül istiyor ki bu tür toplanmalara bütüncül olarak katılalım. Ama hasta olan var, işi olan var. Az da olsa bu gelenek devam edecek. Bakalım bu bahar veya yaz hangi şehirde buluşuruz çocuklar.

Her şehrin rengi, şekli, kültürü farklı. İnsan bunları hiç değilse keşfediyor böylece.

Bizler, yıllar öncesine, Akçaabat Lisesi yıllarına dönmek istedik. Gönülle çıktık yola. Hava yağmurluydu ama içimizde yanan bir güneşti. Sofralarda buluştuk, konuştuk, gülüştük. Biz Lise yıllarında belki toyduk. Ama hiç çiğlik yapmadık, kavgaya tutuşmadık. Kopya çektik, pencerelerden şapka atarak yardımlaşma yaptık. Rollere girdik, oyunlar oynadık. Müzik yapanımız da vardı. Şiiri güzel okuyanımız da. Münazaralar yapardık. Tartışırdık ama asla densizlik yapmazdık. Şimdi altmışların yetmişlerin insanlarıyız. Bir zamanlar bizler de çelik çomak oynar, İstanbul taklası atar, kızlarla konuşurken yüzlerimiz kızarırdı. Kızlara ayrılan bahçeye girmeye çekinirdik. Öğretmenlere saygı ve sevgi vardı. Yaptığımız ile söylediğimiz arasında bir denksizlik yoktu. Hâlâ daha hepimiz öyleyiz. Bizler, saçlarımızı değirmende ağartmadık. Küçük çıkarlar peşinde koşmadık. Sadece o günleri sevdik, dostluğa, arkadaşlığa inandık. Hatırladık, hatıraları canlı yaşamak istedik.

Eski fotoğraflara bakıyoruz da onlar bunları söylüyor bizlere. Bizler mazisini unutanlardan olmadık. Köprülü der ki: "Fırsat dediğin dem-i seherdir./Bulmak anı bir dahi hünerdir." 

Küçük gezi fırsatı başlatanlara, organize edenlere teşekkür ederiz.

Bazı kişiler kışın poyraza, yazın lodosa gelemez. Bizler için içinde okul arkadaşlığımız ve dostluk olunca dumanlı, sağnaklı, bozuk havalarda da olsa bir araya gelmeyi severiz. Arkadaşlığı devam ettirmeyi, buluşmayı, dost sohbetlerini severiz.

Bu yıl Sinop ve Kastamonu havası aldık. Bakalım gelecek yıl hangi havalarda buluşuruz?

Şimdiden hazırlık yapın; bu bahar güzel bir yerde buluşma dileğiyle tüm Akçaabat Lisesi ilk mezunlarına selamlar, saygılar ve sevgiler. Bu küçük gezimize katılan arkadaşlarımıza da teşekkürler.