Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 04.09.2024 13:26

HATIRLAMA VE HATIRLATMA

Facebook Twitter Linked-in

KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

Benim doğduğum kentte insanların bir kısmı yazın yaylalara giderdi. Bir kısmı da Akçakale ile Mersin arasındaki yazlıklara ya da denize. Haritayı açıp bakarsanız Pulathane'ye, yeni adıyla Akçaabat'a, önce dağlar çıkar karşınıza sonra dereler. Derelerin akışına göre vadilerde ve tepelerde kurulmuştur köyler. Batıdan gelirseniz karşınıza dikilir bir kale gibi Yoros. Sonra Yalıköy deresi ve arkasında Çepni boylarının yerleşim yerleri. Hatta bir adı da Çepnilik’tir buranın. Saf Türk boyu. Bozulmamıştır dili ve kültürleri. Canik Dağlarından Hamsiköye, Sürmene'ye bu boylar yaymışlardır Türklüğü. Yani Türklerin Karadeniz'e giriş kapısıdır bu bölge. Şimdi adları Sarıca, Eskiköy, Karpınar ve Kalecik. Bir zamanlar başka gözle bakıldı burada yaşayan insanlara. Ama bu bakış yanlıştı. Birileri bunu böyle göstermek istedi. Belki de siyasi bir oyundu. Hâlâ silinmedi izleri. Tavsiye ederim çıkın o tepelere çevreye bakın. İçinizden Yahya Kemal'in şu mısralarını mırıldayın: “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul / Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer"

Göreceğiniz belki İstanbul olmayacak ama İstanbul kadar güzel Trabzon olacak, Görele Kalesi olacak, Yoros Burnu olacak. Bilhassa taşrada yaşayanlar; gelin görün bu tepeleri, o öz Horosan'dan gelen kültürü, tanıyın o insanlarla mutluluğu beraber yaşayın. Bakın konuşmalarına, şivelerine, cümleleri kurmalarına, kelimeleri söylemelerine. Beğenecek, kelimelerin içinde kendinizden bir şeyler bulacaksınız. 

 Daha doğuya doğru yol alırsanız, balıkçıların yeri Mersin ve Akçakale'de bulursunuz kendinizi. Tarihin izlerini taşır yıllara direnen Akçakale. Ne savaşlara tanık olmuştur. Ne Rus ve Yunan gemileri kaleden atılan toplarla durdurulmuştur. Osmanlı İmparatorluk gemileri ile Trabzon İmparatorluğu gemileri bu kale önünde çarpışmışlardı. Şimdi aynı denizde batık gemiler şeklinde dururlar denizin dibinde. Nefesiniz yeterse, dalma sporu beceriniz varsa, dalın o batıkları arayın. Çok sevmiyorsanız denizi, zeytin ağaçlarının dizi dizi olduğu yollardan çıkın tepelere, gidin Kutoz'a, çıkın Kurebi'ye. Daha ilerleyin gürgen ormanları içinde, kaybolun. Zenida'yı, Çilekli'yi, Ağaçlıyı görün. Bakın ne güzel bel sapı ve bel doğanı yaparlar. Kömür yapmayı, sepet örmeyi onlardan öğrenin. Karayemiş zamanıysa çıkın kiraz veya su kara yemişlerine istediğiniz kadar yiyin. Kimse kızmaz, söz söylemez sizlere. Hatta çekinmeden çalın eski bir evin kapısını; mısır ekmeği isteyin, verirler. Karayemiş ile taze ve sıcak mısır ekmeği lezzetli olur. Hatta bakır bir maşrapa ile biraz ekşi de olsa ayran ikram ederler. Çünkü cömert insanlardır onlar. Peştemal örmesini, keşan dokumasını da eskileri bilirler. Yakılmamışsa, tavan aralarında görürsünüz dokuma tezgahlarını. Güneş çok yakıyorsa, kızılağaç yaprağından şapka yapın takın başınıza; tutun Hıdırnebi kayasının yolunu. Belki de hava açıksa kemençe sanatçısının söylediği gibi seyredersiniz Tonya'yı.

Sahilin rutubetinden, sıcağından kaçıyorsanız, aylardan Ağustos'sa çıkmalısın yaylalara. Tanımalısın yaylacıları. Dost olmalısın yayla çocuklarıyla. Bir iki oyuncak da bulundur yanında küçük çocuklara hediye et, onları da sevindir. Yayan gidiyorsan ter tependen çıkar. Su ve tuz kaybından gücün kuvvetin kesilmişse otur bir pınarın başına dinlen, soluklan. Güneş batmak üzereyse, geri dönmeye gücün yoksa çal bir evin kapısını, “Tanrı misafiri geldim” de. Seni misafir ederler o gece. Sabah güneşi ile uyan, kaldığın ev sahibine teşekkür et, al eline bir değnek, Yunus gibi düş yola, farklı yolu seç. Bu sefer yolun ya Acısu'dan olsun veya Moğola'dan.  Metinkale yolunu seçmişsen, kıvrım kıvrım yollardan aşağı inerken, karşına çıkacak elinde sahanlar, içinde üzüm ve kayısı satan kadınlar. İki de bir yolunu kesmelerine sinirlenme, ben yerliyim Türküm de ve geç. Onların işi Arap turistlerle. Ama itiraf edeyim göreceğin manzara çirkin.

Haçka asfaltına çıkınca karar ver ya Akçaabat veya Işıklar Kayabaşı. Benim tavsiyem Kayabaşı'nı seç. İstersen Çal Mağarasına, Doğanköya’ya yönel. Hele de bir tanıdık bulmuşsan yine ayakların yorulsun. Git o ormanlarda sisler arasında kaybol. Mantar topla, amofta topla. Kayabaşı tesislerinde masa başında oturan insanlara yaklaş sohbet et. Sakın düşünme, benim de içimi dökeceğim kimse yok. Yoksa eğer, cebinden bir kâğıt çıkar, gezdiklerini gördüklerini, duyduklarını yaz. Bir fotoğraf çek.

Şimdi Derecik vadisindesin. Uçarsu Şelalesini gör. Yaylalara doğru bir Maçka türküsü çığır. Belki Maçkalı kemençeciler sesini duyar, kemençeyi alır gelir. Türkü söylersiniz. Sırtında çadırın varsa kur, bir gece kal. Vadinin şarkısını dinlersin geceleri. Belki de Volkan Konak gelir yanına bir şarkı söylersiniz beraber. Sakın olmasın içinde yalnız kalma korkusu. Bak kuşlar, çiçekler ve arılar seninledir.

Benim doğduğum şehre bir günlüğüne gideceksen eğer sahilden git. Hakiki köfte yapan yerlerde köfteni ye. İstersen haşlama iç. Odun ateşi ile yapılan dönerden ye. Akçaabat pazarını dolaş, taze sebzeler al. Gel sahile otur ağaçların altına iki lira ver bir çay iç.  Ama çay karton bardakta. Bir arkadaşın varsa sahilde buluşalım diye randevulaş. Bekle gelir.

Benim şehrimin Orta Caddesi, Orta Mahallesi de sevilir. Esnafıyla insanıyla. Bence bir şehrin binasından çok insanı önemlidir. Hassas ve duyarlı olmalı misafirlere ve turistlere. Bir de şu dolmuş akışını düzeltsek...

 Benim bir üzüntüm var:

Benim doğduğum şehri anlatan bir şarkı yok. Sadece birkaç şiir. Benim yetmiş yıl yaşadığım bu şehir nasıl etkilemedi şairleri, bestekarları? Yoksa hiç mi uğramadı benim şehrimin sokaklarına, yaylalarına ilham perileri? Kemençe üzerinden atma türküleri var. Akçaabat'ın herhangi bir dağı, yaylası, semti içinde geçer. Benim aradığım, benim doğduğum şehrin havasını, güzelliklerini, insanların yaşayışını anlatan şarkılar. Varsa da sayısı az. Bir şehrin şarkıları o şehirde geçen aşkı, macerayı değil, şehrin kendisini anlatmalı. Mesela İstanbul'u anlatan güftesi Vecdi Bingöl'ün bestesi Kadri Şençalar'ın nihavent şarkısı gibi:

“Ah güzel İstanbul, benim sevgili yarim.

 Güzelliğin aksetmiş Boğaz'ın sularına.”

 Ya da Behçet Kemal'ın yazdığı Münir Nurettin Selçuk'un bestelediği “Kalamış Şarkısı” gibi. İnsan doğduğu şehri sevmezse “gönül aşkı ne anlar?”

 Benim doğduğum şehir kurulmuştur yedi tepe üzerine. Aralardan dereler akar. Bağıyla, bahçesiyle, dağıyla, insanıyla güzeldir.

 Akçaabat'ı hiç sevmiyorum diyecek insanın bu şehirle ilgili bir derdi veya yarası vardır. O kişi bir şeyler kaybetmiştir bu şehirde. Ama bu şehre kültürüyle, tarihiyle bağlı olanlar, bu şehrin ihtişamını arayıp bulanlar, denizi, doğası, yaylası karşısında gamı derdi unutanlar inanıyorum ki bu şehri sevecekler. Gelecek  genç şairler bu şehir için şiirler yazacak, bestekarlar güzel şarkılar bestelerler.

 Şimdi ben bu şehre bakıyorum:

 Geçmişini görmüş, sohbetlerini dinlemiş, geçirdiği değişmelerle buruk lezzeti ile hala dilimde. Bilhassa yok edilen eski eserleri, binaları sokakları acı acı düşündürür beni. Mesela Hamam Çimeni, Harmancık, Ayliya, Çamlık, Yaylacık sahilleri, Gazino, Plaj, Sargana, zeytin ağaçları, Karaorman, Pelitlik...

Trabzon ve çevre illerde yaşayanlar için Akçaabat gezilecek ve görülecek bir ilçedir.

Yalnız unutmamak gerekir: “Ateşin çılgınlaştığı yerde, suyun tesiri yangının ancak denize dayanmasıyla mümkündür.” Şimdi yok artık mahalle kadınları, şehirde arzuhalciler. 

 Zaman zaman bu şehirde olmuyor değil gülünç ve ibretlik manzaralar. Bak sahillerimize. Her tarafta tertemiz sulara girilirken, kör kazma ile sahillerimizi yok ettiler. 

Yeni bir şehir nasıl olmalıdır?  Düşünmeli insanlar ve yönetenler. İnsanın kalbinin vuruşundan belli olur; bir şehri sevip sevmediği.

Duygular birer göçmen kuş. Böyle gelir giderler. Biz de emekliyiz ya geçeriz bilgisayarın başına dokunuruz tuşlara çıkarız karşınıza. Zaman zaman sizleri de fuzuli yorarız.

 Sen sen ol, oku ama kendi baharını ara. Bahar senin içinde. Benim de yazma üslubum uzun uzun yazmak. Bu bir mizaç. Kalanı değil hep kaybolanı arıyorum.

Hepinize selam, sevgi.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —