Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 28.08.2024 19:09 Güncelleme: 28.08.2024 19:10

HADİ GÜLÜMSE

Gülümsemek iyi gelir insana. O zaman ne duruyorsun, hadi gülümse.


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

Ama ağrıların sızıların var. Her gün ayrı bir doktordan umut arıyorsun, adım atmakta zorlanıyorsun. Nasıl gülümseyeceksin?

Bir günün keyfini çıkaralım diyorsun. Atıyorsun kendini sokağa.  Kaldırımlar küçük esnafın işgalinde, yerlerde çöpler ve kağıtlar, çevrede boy atmış yabancı otlar. Deniz kıyıları işgale uğramış. Şehri çoktan terk etmiş kırlangıçlar, Bulutlar arasında sürü sürü görülmüyor göçmen kuşlar.

Hadi gülümse.

Kırsalda kapılar kapanmış. Bir köyde kalmış üç beş ihtiyar. Bir masal anlat desen onu da bilmezler. Kahve köşelerinde gereksiz siyasi veya dinsel konuşmalar. Sözler argo, hiç duyulmamış küfürler. Yere bakıyorsun ‘yer boncuk’ yok, göğe bakıyorsun orada da ‘gök boncuk’ yok. Mavi boncuk nerede?  Kimse kaldırmıyor çocukları ‘hoppacık’. Bağdaş kurup kumlara oturamıyorsun sere serpe. Dalga ıslatsın ayaklarını istiyorsun; para istiyor senden denizdeki maganda. Deniz de kum da sarılmış paraya.

Gel de gülümse.

Dost çok az. Etraf doldu hilebaz ve kumarbaz. Öfke yayılıyor yavaş yavaş. Mal mülk yüzünden birbirine düşüyor iki kardeş. Paran varsa doktor bakıyor yüzüne.

Gel de gülümse.

Sabah oluyor. Selam yok. Günaydın yok. İki elin buluşması çoktan unutulmuş. Akşam olur çevreyi sarar sinekler, börtüböcek. Mazi desen, aynası silik. Sararmış eski mektuplar ve fotoğraflar. Kitaplar okurunu beklerken.

Gel de gülümse.

Bir bahar geçti, ardından yaz; “elveda, ben gidiyorum” derken. Yüksek yüksek betonlar içinde hapsedilmiş çocuklar ne kelebek gördüler ne kekik ne de sarı beyaz papatyalar. Hatta bir eriği dalından koparıp hiç yemediler, inciri dalında görmediler. Hatta kahvaltıda yedikleri yumurtanın fabrikadan geldiğini bilirler. Tek tanıdıkları boyanmış, cilalanmış, renklendirilmiş kreşler. Babaanne sevgisi, anneanne sevgisi bilmeden büyüdüler.

Gel de gülümse.

Hiç de öyle değildi eskiden. Çocuklar çok severdi kalaylı bakır tastan su içmeyi. Kaval yaparlardı ya kamıştan ya da kabak yaprağından. Ateşe üflemeyi, tarla kazımayı, fide dikmeyi, uçurtma yapmayı, çember çevirmeyi, yalın ayak top oynamayı çok çok severdiler.

İşte o zamanlar vardı gülümseme. O zaman vardı samimiyet. O zaman atılırdı şen kahkaha.

Postmodernist kentlerin zindan günleri. Gölgeler bile uzun olurdu eskiden. Şimdi gölgelere boy atacak bir alan, bahçe bile bırakmadılar. Alkole buladılar çiçekleri betonsu duygular. Güleç yüzleri soldurdular bir gecede. Artık antik kilim serili bir divanda oturan dede masal anlatmıyor toruna. Dede ayrı evde, torun rezidansta mahkûm. Güneşsiz bir günde, kuytu yerlere, karınlarını daha iyi doyurmak için kırsaldan gelen insanlar kondular. Gülün açtığı dalı baltalarla kırdılar. Yozlaşma yıllar yılı sürdü. Şimdi kime sorsan saklar o yüzünü. İşte o yıllar unuttuk gülümsemeyi farkına olmadan. 

Geride kalan siyah beyaz Türk filmleri. Bir de umarsızlık.

Gel de gülümse...