GÖRDÜKLERİM DUYDUKLARIM
Huzur KORKMAZ TOPAL
Yaşam Koçu
huzur06peri@gmail.com
Çok güzel bir kadınla evlenen genç adam, karısının güzelliği ile her zaman onurlanmaktadır. Mutlulukları artarak sürerken güzel kadın bir cilt hastalığına yakalanır. Tedavisi olmayan bu hastalık kadını her gün biraz daha çirkin göstermektedir. Bir seyahatten dönerken trafik kazası geçiren eşi ise kör olmuştur. Kadın her geçen gün biraz daha çirkinleşiyor fakat eşi bunu görmediği için evliliklerinde ve mutluluklarında hiçbir değişiklik olmamaktadır.
Hastalığı oldukça ilerleyen kadın bir gün ölür ve eşi çok acı çeker. Kadının ölümünün ardından güzel anılarla dolu olan evinden ayrılarak başka bir memlekete yerleşme kararı alır. Bu karardan sonra karşılaştığı bir yaşlı, “Oğlum, sen karın olmadan hiçbir şey yapamazsın ki, gözlerin görmediği için her zaman sana karın eşlik ederdi. Şimdi nasıl hayatını sürdüreceksin?” Adam, cevap vermiş: “Aslında ben kör değilim. Eşim onun çirkinleştiğini gördüğümü bilerek rahatsız olmasın, mutsuzlaşmasın diye kör taklidi yaptım. Benim onu gördüğümü bilseydi hastalıktan değil, kahrından ölürdü.”
Evliliklerde bazen kör olmak gerekir, bazen de sağır. Çok sevdiğim ve bilgisinden yararlandığım Prof. Dr. Nevzat Tarhan Bey’in de söylediği gibi, “Evlenmeden önce kulağınızı ve gözünüzü dört açın ki evlenmek istediğiniz kişiyi çok iyi tanıyabilesiniz. Evlendikten sonra da bir kulağınızı sağır, bir gözünüzü kör yapın her şeyi görüp duymamak için.”
Farklı kültürler ve farklı yaşayış tarzından gelerek, bir sürü insan içerisinden en tanıdık olanı seçerek hayatını birleştirdiğin bireyle hep mutlu olmak, sonunda da severek ve sayarak bu dünyadan göçmek pek az kişiye nasip olur. Bu fırsatı yakalayan çiftleri kutlarım.
İnsan kızdığı, ona acı ve öfke veren kişileri gözlerinden tanır. Tanıdık olan bu kişileri gördükleri an çekim yasası oluşur. Hep deriz ya “insanın istemediği ot burnunun dibinde bitermiş” diye. İnsanlar aslında hiç sevmediği annesinin veya her zaman korktuğu babasının benzerlerini büyük bir kalabalığın içerisinde cımbızla bularak çekip en yakınına alır ve aşık olurlar. Seneler sonra da çok korktukları babalarını veya hiç sevmedikleri annelerini eşleri dolayısıyla yanı başlarında bulabilirler. Bu evliliklerinin son aşamasına geldiklerini hatırlatır onlara. Çünkü akıllarına ilk gelen annesi gibi bir kadınla ve babası gibi bir erkekle evlenmek istemediğidir.
Bir eşin eşine kıyamaması lazım…
Eşler, eşi kime benzerse benzesin birbirini rakip olarak görmektense, eşlerine kıymamaları lazım. Eşinin üzüntüsüne, yorgunluğuna, zorluk çekmesine, aç kalmasına veya kırgınlığına kıyamaması lazım. Eşler birbirinin gözlerinin içine bakmalı. Birbirlerinin ellerini tutmalı, sırtlarını sıvazlamalı, saçlarını okşamalı, birbirine sarılmalı, birinin onu kırmasını engellemeli, gelecek için sevgiyle birlikte olmanın hayalini kurmalı ve birbirleriyle sevgi sözcükleriyle iletişime geçmeleri lazım. Gerektiğinde sen dur ben yaparım diyerek onu ne kadar düşündüğünü göstermesi lazım. Uykudan ter kan içinde uyandığında “kötü bir rüya görmüş olmalısın, ben buradayım” diyerek eşinin yalnızlığını paylaşması lazım.
Aslında insanın temel ihtiyacı olan kim olursa olsun, nerde olursa olsun sevgi ilgi değil mi? Bu sevgi ve ilgiyi de kime gösterebilirsin? Tabii ki kıyamadıklarına. O yüzden eşler birbirlerini gözettiklerinde, birbirlerini yücelttiklerinde, birbirlerini övdüklerinde, birbirlerine değer verdiklerinde o evlilikte sevgi de saygı da ilgi de artar. Bu artışlar da ilişkideki iletişimi güzelleştirir.
Sevginin açamayacağı kapı yoktur. Sevginin düşmanı ise gurur ve alınganlıktır.
Sevgi, saygı ve nezaketle kalın.