Huzur KORKMAZ TOPAL - Yaşam Koçu

Tarih: 26.07.2024 16:48

ÇEVRENİZDE SİZİ GÖRDÜKLERİNDE GÖZLERİ PARLAYAN İNSANLAR OLSUN

Değerinizin yerlerde olduğunu ve ne yaparsanız yapın sizi anlamayan, sizi duymayan, size bir kez olsun “iyi ki varsın” demeyen insanlarla çevrili bir hayatı ne zaman terk edebilirsin?


GÖRDÜKLERİM DUYDUKLARIM

Huzur KORKMAZ TOPAL

Yaşam Koçu

huzur06peri@gmail.com

 

Bir öğretim görevlisi öğrencilerine bir soru soruyor. “Arkadaşlar” diyor. “Yarın ölecek olsanız son 24 saatinizi nasıl geçirmek istersiniz?”

Öğrencilerden biri “Ben babamla kavgalıyım, onunla barışıp karşılıklı bir kahve içmek ve kavga etmenin ne kadar gereksiz bir eylem olduğunu anlatmak isterim.” demiş. Diğer bir öğrenci ise “Ben de annemle barışır ve sorunun kökenine inerek küslüğün hiçbir sorunu çözmediğini anlatırdım.” demiş. Başka bir öğrenci “Özel bir arkadaşım var, ona hiç seni seviyorum demedim. Ona, onu sevdiğimi söylerdim.” ifadelerini kullanmış. Diğer bir öğrenci ise “Çok genç yaşta evlendim, daha sonra da okumak için eşimi ailemin yanına bırakıp buraya geldim. Uzun zamandır onu görmeye gidemedim. Ondan, onu yalnız bıraktığım için özür dileyemedim. Ondan özür dilemek ve onu görmek için yanına giderdim.” şeklinde cevaplamış soruyu.

Öğrencileri büyük bir ilgiyle dinleyen öğretmen, “Peki ama bunları yapmak için neden ölmeyi bekliyorsunuz?” demiş.

Kimse müneccim değildir. Hayatın bizi nereye ne şekilde götüreceğini kimse bilemez. Önce kendinize sonra da etrafınızdaki kişilere haksızlık etmeyin.

Hayatınız boyunca insanların sizi anlamasını beklemeyin. Sizin gibi yetişmemiş, sizin gördüğünüzü görmemiş, başka bir dünyadan gelip sizinle aynı ortamı paylaşan insanlara ilk olarak kendinizi anlatın, sonra sizi anlayıp anlamadığına bakın, anlamadıysa bir kez daha anlatın; baktınız yine olmuyor o zaman üçüncü kez anlatmanın hiçbir anlamı yok. Bizlere çocukluğumuzdan bu yana “Allah’ın hakkı üçtür” diyerek sabretmeyi ve zamana bırakmayı öğrettiler. Aslında hiç de öyle değil. Bizler öğretilmiş çaresizlikle “mutlaka bir gün beni anlayacak, beni dinleyecek ve hak verecek” diye nafile dönüp duruyoruz eksenimizde. 

Taş yerinde ağırdır. Kişinin değeri kendi yerinde ve çevresinde bilinir. Kendinizi, sizi gördüklerinde gözleri parlayan insanlarla çevreleyin. Siz değerli ve biriciksiniz, kimsenin size bunu unutturmasına ve kendinizi suçlu hissettirmesine de izin vermeyin. Değer görmemiş, sevilmeden büyütülen insanlar karşılarındaki kişilere hoyratça davranırlar. Bu kişilerde kişilik bozukluğu ve narsist eğilimler vardır. Narsisizm ruhsal bir hastalıktır, tedavisi de kişinin hasta olduğunu kabullenmesine bağlıdır. 

Ezcümle, sevgili gençler evlilik çocuk oyuncağı değildir. Hayatını birleştirmeyi düşündüğünüz insanın her halini ve her türlü ilişkisini titizlikle incelemeli ve ona göre karar vermelisiniz. Hiç kimse hiç kimsenin merhemi olmamalı ve olmaya da çalışmamalı.

Erkekler 30 yaşınıza gelmeden evliliği düşünmeyin ve evlenmeyin. Sevgili kızlar 30 yaşına gelmemiş erkeklerle evliliği düşünmeyin. Evlilikle kurulan aile toplumun temel taşlarındandır. Sağlıklı evlilikler anlayışlı bireylerden ve özverili ilişkilerden ortaya çıkar. Kendi çevrenizden insanlarla ve aynı kültürü almış, aynı yaşantıyı paylaştığınız kişilerle evlilik yoluna çıkılması en sağlıklı olanıdır. “Nerede o eski evlilikler” diye başlayan cümlenin anlamı tek bir tarafın özverili olmasından geçiyor. Önceden evliliklerin uzun soluklu olması çoğunlukla kadınların, ara sırada da erkeklerin özverili davranışlarından kaynaklı idi. Şimdilerde ise “ne kadar anlayış o kadar karşılık” ilkesi gündemde. Bence de en sağlıklısı ve yıpranma olasılığı en az olanı bu. Erkeklerin egemenliğinde olan toplumumuzda kadının en ağır rollere girmesi hiç de eşitlik ilkesine sığmıyor.

Nişanlılık döneminin sonuna gelmek üzere olan bir genç kızın düğününe birkaç hafta kalmıştı. Eşinin annesi bir gün onu yanına çağırıp “Bak kızım, benim oğlum sabahları çayı dökülmeden yataktan kalmaz. Sakın ha sakın kahvaltısını hazırlayıp, çayını dökmeden onu yataktan kaldırayım deme, kalkmaz zaten.” demez mi? Ne diyeceğini şaşıran gelin hanım, kayınvalidesine annesinin ve babasının kendisini saçlarını okşamadan yataktan kaldırmadıklarını ve hatta kızarmış ekmek kokusunu alması için ekmekler kızarırken odasının kapısını sessizce aralayarak ona kahvaltı hazırladıklarını anlatmalıydı. 

İşte erkek annelerinin yaptığı, aslında önemli değilmiş gibi gösterdikleri, çocuklarının evin efendisi olmaları gerektiğini gelinlerine ince ince işlemelerine çok basit bir örnek. 

Sevgili erkek anneleri oğlunuz şehzade olabilir ama şunu da unutmayın ki oğlunuzun hayatını birleştirdiği kız da bir sultan. 

Sevgili kız anneleri, size de iki çift lafım var. Kız çocuklarınız size, balarına ve erkek kardeşlerine hizmet etmek için aileye katılmadılar. Her ne olursa olsun onlara sadece itaat ve hizmet etmeyi öğretmeyin. İyi bir kadın düzenli ve temiz bir eve sahip, her daim en az üç çeşit yemeği olan ve misafir ağırlama becerisine sahip olan kadın değildir. Kızlarınıza iyi bir kadın olmaları için mükemmel olmalarına gerek olmadığını, evin yaşamak için ortak bir alan olduğunu ve evde yaşayan her bireyin aynı işleri yapabileceklerini ve iş bölümün hayatı paylaşmanın temelini oluşturduğunu öğretmelisiniz.

Sevgili kızlar, evlenmek için ailenizde gördüğünüz değerin en az on mislisini göreceğiniz erkekleri seçin. Sevecen, anlayışlı, mağrur, vicdanlı ve merhametli erkeklerle hayatınızı birleştirmeye çalışın. “Bir erkeğin bu özelliklere sahip olduğunu nasıl anlayacağız?” dediğinizi duyar gibiyim. Çok basit. Öncelikle eş olarak seçtiğiniz insanın yakın çevresiyle olan ilişkisine bakın. Annesine ve babasına saygı göstermeyen size hiç saygı göstermez bu bir. Kendinden küçüklere ve ona hizmet edenlere karşı olan davranışlarına bakın. Bu yolla yardım sever mi, merhametli mi, vicdan sahibi mi, adaletli mi olduğunu hemen anlarsınız,  bu da iki.

En önemlisi sizin farklı farklı davranışlarınıza gösterdiği tepkilerine bakın. Anlayışlı mı? Sana ve senin sevdiklerine saygılı davranıyor mu? Seni ve çevrendekilere karşı duyarlı mı? Sevdiğin ve değer verdiğin şeylere karşı saygılı mı?

İlişkiler karşılıklı özen, anlayış ve özveriyle ayakta kalabilir. Tarafların her zaman aynı sorumlulukları alması ve bu sorumlulukların görev haline gelmesi sorumluluk alan kişiyi bir süre sonra yorar ve yardım istese de duyulmaz.

Evliliklerde anlaşılmayı beklemek de onaylanmış bir hatadır. Anlaşılmayı bekleyen taraf en sonunda hayal kırıklığına uğrar. Anlaşılmak için önce uzun bir süre geçmeli ve eşler karşılıklı olarak aynı olaydan aynı veya yaklaşık sonuçlar çıkarmalıdır. Bunun mümkün olması hem çok zaman hem de çok emek ister. Farklı kültürlere sahip kişilerin eşleşmesi sonucunda anlaşılmak imkânsız dahi olabilir. Aynı olaya farklı bakış açıları gösterip, birbirinin düşüncelerine saygı gösteremeyen evliliklerde anlaşılmak da anlamak da hayal olur. 

Gençlerin sağlıklı ilişki için dışa değil içe bakmasını temenni ederim.

Sevgi, saygı ve nezaketle kalın.

 


Akın HOCAOĞLU
1.08.2024 14:38:20
Dilekler.temenniler.yaşanmışlıkların hasılası bir yazı.Güzel de olmuş.Lakin;erkeklerin 30 yaşına gelmeden evlenmemesine ve kızların bu yaşta olmayan erkeklerle birlikte hayat kurmamalarına bir itirazım olacak.Zira akıl yaşta değil baştadır derler büyükler.Bazen 30 yaşında olupta evlenme yetkinliğinde olamayabilir insanlar... Saygılarımla