GÖRDÜKLERİM DUYDUKLARIM
Huzur KORKMAZ TOPAL
Yaşam Koçu
huzur06peri@gmail.com
Hayatınızın sırrını öğrenmek için önceliğiniz, kendinizle barışık olmanız gerektiğini öğrenmeniz olmalıdır. Kendinizin en iyi arkadaşı siz olun. Peki bunu nasıl başarabilirim dediğinizi duyar gibiyim. Aslında bunu yapmayı biliyoruz, fakat her nedense bunu kendimize değil de ilişki halinde olduğumuz kişilere yönelik kullanıyoruz. Hayatta mutlu olmak, mutlu etmek için hiç kimseye ihtiyacımız yok.
Hayatta mutlu olmak ve mutlu etmek en büyük hedefin olsun. Öncelikle kendinle arkadaş ol.
Zorluklarla karşılaştığında, iyi bir arkadaşını nasıl teselli ediyorsan kendini de öyle teselli et.
Güzel bir şey yaşadığında iyi bir arkadaşının başarısını nasıl kutluyorsan, kendini de öyle kutla.
Bir şeyi başarmaya çalıştığında, iyi bir arkadaşını nasıl cesaretlendiriyorsan, kendini de öyle cesaretlendir.
Bizler insan olarak dünyaya gelmeden önce, Yüce Allah tarafından öyle güzel, öyle mükemmel ve öyle akıllı yaratıldık ki, doğada yaşayan her bir canlıda olmayan muhakeme ve düşünce yeteneğiyle dünyaya geldik. Düşünmek ve harekete geçmek sadece ve sadece insanlara verilmiş bir ayrıcalıktır.
Düşünmek ve harekete geçmek... Yaşadığımız şu ortamda düşüncelerimizi arka plana atarak yaşadığımızı kanıtlayan olaylarla karşı karşıya kalıyoruz. İnsan ilişkilerinde denge esastır. Fazla samimiyet saygıyı azaltır, aşırı sevgi bencilliği tetikler, çok iyilik suiistimal getirir. Aslına bakarsanız aynı terbiyeden ve kökten gelmeyen insanların birlik ve beraberlik içerisinde ahlaki kurallara uyarak, toplumsal bütünlüğü göstermesi çok zor ve emek isteyen bir iştir.
Bu hayatta en zor şey insan olmak. Cömertliğin aptallık ve nezaketin ise enayilik olarak görüldüğü toplumumuz da bir şeylerin yoluna girmesi için sevgi, saygı ve nezaketin ön plana çıkartılması şart.
İki kişi bir araya geliyor ve nerde kim öldürüldü, nerde kim eşini aldattı, nerde hangi kadın evden kaçtı ve nasıl öldürüldü gibi konular gündeme geliyor. Oysa ki biz böyle bir toplum olmayı hiç hak etmiyoruz. Bizler ahlaklı ve köklerimize sahip çıkan bir toplumuz. Hangi ara bu hale geldik diye düşünmeden kendimi alamıyorum.
Sevgili okurlar, her şeyden önce evimizde her bir bireye ayrı ayrı sevgimizi gösterelim. Çocuklarımıza bir şeyleri öğretmek uğruna onları sevgimizden mahrum bırakmayalım.
Yabancı bir yazarın kitabının bir bölümünde yeni doğan bir bebeğin uyku eğitimi adı altında aslında pek çok olumlu duygudan mahrum bırakıldığını anlattığı bir yazıyı okumuştum. Sizlere aktarmak isterim.
Bir anne iki haftalık çocuğu için günlüğüne şöyle yazıyor: Zavallı küçük yavrum, senin için kalbim paramparça. Çünkü son 1,5-2 saattir sürekli ağlıyor ve beslenmek istiyorsun. Ama doktoruna 4 saatte bir besleyeceğime söz verdim. Beslenme zamanın gelmediği ve gecenin beslenmek için değil uyumak için olduğunu öğrenmelisin.
Burada yeni annenin kalbi paramparça oluyor. Ebeveynlik (annelik) içgüdüsünü tamamen bastırıyor. 20’li yaşlarda bir anne, doktorun isteğine uyarak çocuğunun ihtiyaçlarını görmezden geliyor. Uzman kişi bir anneye ağlayan çocuğunu kucağına almamasını söylüyor. Bu olay defalarca tekrarlanıyor ve biz çocuğa uyku eğitimi adı altında “duygusunun bir önemi olmadığını, yalnız olduğunu, kendi başına kaldığını” öğretmiş oluyoruz.
İşte bu iyi bir ebeveyn olmak isteyen güzel düşünceli mükemmel annelerden yetişen kendini yalnız ve çaresiz hissederek büyütülen pırlanta gibi yavrulara sevgiyi, ahlaki kuralları, dostluk ve kardeşliği göstermeye çalışıyoruz.
Çocukların önce sevildiğini, sonra önemsendiğini ve varlığının kabullenildiğini öğrenmesi gerekiyor. Bu duyguları alan çocuk genç olduğunda çevresine kötülük değil, iyilik ve güzellikler verir. Ahlaklı ve terbiyeli bir birey olur. Ahlaklı ve terbiyeli bireyler ise çevrelerine güzellik saçarlar.
Sevgi, saygı ve nezaketle kalın.