BİR KONU BİR KONUK
Osman Nuri Ekim
Akçaabat Belediye Başkanı
BİR MESLEK BİR GELENEK:
SU DEĞİRMENCİLİĞİ
Geçmişten günümüze kadar insanların evlerine ekmek götürmelerini sağlayan birçok meslek geldi geçti.
Öyle meslekler vardı ki; zamanla gelişen teknolojiye ve değişen kültürel yapıya daha fazla direnemedi ya kayboldu ya da kaybolmaya yüz tuttu. Günümüze dek ulaşamayan mesleklerin yanı sıra bazı meslekler hala geçen yıllara ve gelişen teknolojiye rağmen inatla, aşkla, sevgiyle, bin bir emekle ve mücadeleyle sürdürülmeye devam ediliyor.
Sevgili Dostlar;
Bu yazımda zamana kafa tutan mesleklerden biri olan Su Değirmenciliğini sizler için kaleme aldım.
Geçmişte un ihtiyacını karşılamak için kullanılan su değirmenleri, gelişen teknolojiyle birlikte tarihe karışmamak için direniyor. Su Değirmenleri, gelişen teknoloji nedeniyle son yıllarda pek kullanılmasa da halen Akçaabat’ın muhtelif mahallelerinde tarihe tanıklık ederek varlığını sürdürmeyi devam ettiriyor.
Su değirmenlerinin tarihini, çalışma şeklini ve şartlarını Yıldızlı Mahalle’mizde bulunan 150 yılı aşkın süredir faal olan su değirmeninin sahiplerinden Recep Yumak kardeşimden dinledim.
Ailenin 4. Kuşak üyesi olan Recep Yumak, mesleği dedesinden ve babasından öğrendiğini anlatıyor. Küçük yaşlarda büyüklerinin yanında çalışarak mesleği icra etmeye başladığını dile getiren Recep Usta; ata yadigârı olan buram buram tarih kokan, emek kokan, un kokan değirmeni sağlığı el verdiğince gücü yettiğince açık tutacağını söylüyor.
DEĞİRMEN TAŞINA DEĞEN MISIRIN SERÜVENİ
Ne hüzün vericidir ki su değirmenlerinin gür sesi, yavaş yavaş yerini sessizliğe bırakıyor. Değirmen taşında öğütülen mısırın serüvenini anlatan Recep Usta sözlerine şöyle başlıyor:
“Üç taşlı su değirmeni olan Yıldızlı Su Değirmeninde her biri tonluk ağırlıkta olan yassı taşlar suyun yardımıyla dönüyor. Doğrudan doğruya tabiatın sağladığı enerji kaynağı ile çalışan değirmende su, değirmen taşlarının altındaki çarklara çarpıyor ve sistem hareketleniyor. Hareketlenen sistemle birlikte tonluk ağırlıktaki iki yassı taş arasına üstten aşağıya sistematik olarak düşen tahıllar ufalanarak un haline geliyor. Çoğunlukla mısırların öğütüldüğü değirmenimiz bereketlendikçe bereketleniyor. Arzuya göre ince öğütülmüş ya da daha taneli kalmış unlar yapıyoruz. Hem mahallemizde hem bölgemizde hem de yöremizde meraklıları tarafından değirmenimiz biliniyor. Değirmenden çıkan unun tadı da kokusu da bir başka oluyor. Ne de olsa doğal yöntemlerle öğütülüyor. Damakta bıraktığı lezzeti varın siz düşünün.”
TAŞLARIN ARASINDA ÖĞÜTÜLEN UNUN TADI BAMBAŞKA
Değirmende öğütülen unun tadının çok ayrı olduğunu vurgulayan Recep Yumak Usta, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Müşterilerimizin bize getirdiği mısırları değirmenin öğütülecek yerine koyuyoruz. Suyun gücünden yararlanarak çarkları hareketlendiriyoruz ve mısırı öğütmeye başlıyoruz. Karadeniz Bölgesi’nin mısır unlu hamsisi, balığı; milli yemeği karalahana çorbası ve yoğurdun vazgeçilmezi mısır ekmeğidir. Bu yemeklerde her ne kadar yardımcı gibi görünse de başrol oynayan ana kahraman mısır unudur. Peki ekmekteki yahut undaki lezzet nerden gelir diye düşündünüz mü? Fabrika yapımı mısır unu ile değirmende öğütülmüş mısır ununu hiç kıyasladınız mı? Karadeniz’in mısır ununun namının nerden geldiğini hiç merak ettiniz mi? Bu lezzetin sırrı kalitedir, doğallıktır, emektir... Günümüzde her şey katkı maddeleriyle bezendi. Ancak değirmende öğüttüğümüz unda katkı maddesi yoktur, olamaz.”
YAĞIŞLAR ARTAR DEĞİRMEN ÇALIŞIR
Yılın her ayı değirmenin açık olmadığını ifade eden Recep Usta yağışların ve su seviyesinin arttığı, derelerin dolduğu mevsimlerde çalıştığını belirtti. Bizim işimiz sonbaharda başlar diyen Recep Yumak, bu serüveni de şöyle anlatıyor:
“Mısırlar tarlada olgunlaşır, kurur, hanımlar tarafından ayıklanır, temizlenir. Beyler de hazırlanan mısırları çuval çuval değirmene taşır. Kimisi başında bekler kimisi isim yazdırır gider. Sırasıyla değirmene gelen tüm mısırları öğütür sahiplerine teslim ederiz. İşimizi titizlikle ve hijyenik yapmaya gayret ederiz. Öğüttüğümüz mısırların karşılığında durumu iyi olan para verir; durumu olmayan ise ununun belli bir miktarını verir. Buna ‘kepiç payı’ deriz. Biz de kepiç paylarını biriktiririz. Bunları ya satıp para kazanırız ya da evimizde aşımızda kullanırız.”
BİZ SON KUŞAĞIZ
Sözlerini biraz sitem biraz da serzenişle devam ettirdi Recep Usta:
“Alın teri akıtarak beden gücü kullanarak çalışmak zor elbet. Şükürler olsun ayaktayız çalışıp ekmeğimizi kazanıyoruz. Ama biz son kuşağız. Devamı yok. Yeni neslin ne merakı ne isteği ne de hevesi var. Ata yadigârı değirmenimin geleceğini düşünüp üzülüyorum. Çalışıp didinerek bugünlere geldik. Buradan ekmek yedik. Ekmek teknemin âtıl durumda bir kenarda kalacak olması ihtimali bile yüreğime kor ateş gibi düşüyor. Biz öğrenmeye, çalışmaya heves ederdik. Teknoloji gelişti evet ama tarih kayboluyor. Farkında olan yok, sahip çıkan yok, değer veren yok. Bu dünyada her şey para değil. Bazı şeylerin manevi değeri daha yüksektir. Çalışmak ibadettir.”
Teknoloji, iyi yönetildiğinde büyük bir güç, kötü yönetildiğinde tehlikeli bir silahtır. Günümüzde teknoloji sayesinde neredeyse imkânsız olarak nitelendirilen hiçbir şey kalmadı. Ancak kabul edelim ki teknolojik gelişmeler hayatımızdan, geçmişimizden, belleğimizden ve çocuklarımıza bırakabileceğimiz en değerli kültürel miraslarımızdan feragat etmemize neden oldu. Gönlüm ister ki Akçaabat halkı olarak kaybolan mesleklerimizi toplumsal bellek çerçevesinde yeniden gün yüzüne çıkaralım; kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerimize de destek olalım. Önce ülkemize sonra tüm dünyaya örnek olalım. Zaman zaman çeşitli meslek dallarına mensup kardeşlerimle gerçekleştirdiğim sohbetlerimi sizlerle paylaşarak toplumsal hafızaya dokunmaya çalışıyorum. Emeğini, beden gücünü, alın terini ve tüm varlığını ortaya koyan nice çıraklar yetiştiren ustalarımıza selam olsun...
Sevgi ve saygılarımla...