Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 03.12.2024 12:49

AKKIZ

Kırk yamalı dilenciydi. Ağzı devamlı titrer, sokak sokak dolaşır, un ve buğday ile para toplardı. 


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

 

 Akkız derlerdi. Erzurum’un İspir ilçesinden gelmiş, Akçaabat Orta Mahalle'ye yerleşmişlerdi. Orta Mahalle'de bulunan şapelde oturur, o küçük alanda yemek pişirerek yerler, soba yakar ısınırlardı. Kendisi ve iki de erkek kardeşi vardı. Onlar kentte hamallık yaparlar, el arabası ile yük taşırlar, öyle geçinirlerdi.

Akkız, üzerinde siyah beyaz çizgili bir çarşaf, çoğu yeri yamalı. O çarşafa sarılır, kapıları çalar, bir şeyler isterdi. Biz çocuklar Akkız'ın ağzının titremesinden ve kekeleyerek konuşmasından dolayı Akkız'dan çekinirdik. Bir nevi korkardık. Ama onu izlemekten de sanki heyecan duyardık. “Ben, bugün Akkız'ın yanından geçtim. Akkız benim yanımdan geçti. Akkız bizim eve geldi.” gibi sözler söyler, heyecanla arkadaşlarımıza anlatırdık.

Akkız, bizim eve haftada bir uğrardı. Genelde pazar günleri gelirdi. Annem, torbasına kesme makarna, buğday, bulgur, zeytin koyar, mutlaka yemek verir, yemek yedirmeden de uğurlamazdı. Biz çocuklar, Akkız'ın yaşadığı şapelde nasıl korkmadan yaşadığını düşünürdük. Hatta şapelde Akkız'ı cinler çarptığından böyle olduğu düşüncesine kapılırdık.

Akkız zararsız, zavallı, insanlara çok sıcak bakan, yaşlı bir kadın dilenciydi. Gözleri renkliydi. Daha çok kış aylarında Akçaabat'a gelir, yazın kendi köyüne, İspir'e giderdi. Genelde evlere gelince kapının eşiğine oturur, bir şey vermezsen oradan kalkıp gitmezdi. Ağzı titrer, dişleri çat çat diye ses çıkarırdı. Biz çocuklar kendisinden korktuğumuzdan dolayı uzak dururduk. Kendisini uzaktan seyrederdik. Hatta bizden küçük çocukları korkutmak için “Kaç, Akkız geliyor.” derdik.

Akkız, zeytin zamanı rüzgâr esince zeytin ağaçları altında zeytin toplar, evine götürürdü. Bir bakışı vardı insanın gözlerine, onun gözlerinde yoksulluğun özelliği okunurdu. Yoksuldu, eskiydi elbiseleri. Yırtık pırtıktı. Kara lastik ayakkabıları vardı. Zaman zaman ayakkabısız dolaşırdı. Bunu gören bazı insanlar eski ayakkabı da verirlerdi. Eski giysiler de. Onları toplar, bir çuvala doldurur, yazın köyüne götürürdü. Annem anlardı dilinden. Oturur annemle sohbet bile ederdi. Ben hiçbir sözünü anlamazdım. Hatta görünce kaçardım. Annem, “Bunlar garip insanlar, bunlardan zarar gelmez, yardım etmek gerekir.” derdi.

Bir gün Akkız sokak kapısını açınca aniden karşıma çıktı. Birden görünce yüreğim ağzıma geldi. Çok korkmuştum. Akkız ağzı titreyerek bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Ben kaçarak “Anne, yine Akkız geldi.” dedim. Her pazar bizim evin gediklisiydi. Akkız’ın bu defa isteyip alan eli, vermeye gelmişti. Baktım elinde İspir işi bir kete. Annem keteyi çok severdi. Anneme getirdi. Keteyi aldı annem. Biraz bulgur ve makarna verdi. Sonra bir lira uzattı Akkız'a. Akkız almak istemedi. Annem, “Kete parası değil. Anladım bana kete getirdin ama bu parayı sadaka olarak veriyorum.” dedi. Akkız'ın ağzı açılıp kapanarak, dişleri bir birine çarparak bir şeyler söyledi ve parayı aldı. Annem bakır maşrapa ile ayran verdi. Akkız aynı yere, kapının eşiğine oturarak ayranı içti, gitti. Annem Akkız’ın kete getirmesine çok sevindi. İspirliler çok güzel kete yaparlardı. Annem, “Bu garibi hor görmeyin, onun da insani değerleri var. Bak köyüne gitmiş, hediye diye kete getirmiş. Buna komşuluk denir. O da bir gönül taşıyor. Yoksul olduğuna bakmayın, O da bizim gibi duyuyor ve hissediyor.” dedi. O günden sonra Akkız'dan korkmadım, yanından geçerken selam verdim.

 Zaman zaman Akkız’a mektep kaçağı çocuklar taş atardı. Akkız oturur ağlardı. Büyükler görürse çocukları azarlar, kovarlardı. Akkız'ın mahallede korktuğu iki kişi vardı. Birisi mahallenin delisi Dikdikina, diğeri de Deli Şakir. Akkız onları görünce şeytan görmüş gibi kaçardı. Akkız yaşlıydı ama bir körpe kavak kadar da dikti. Dilenmeye çıkmadan kafasından bir plan yapar, hangi kapıda ne alacağını bilir ve o kapıları çalardı. Mahallede her kapıya da uğramazdı. Oturup bir yerde mendil serip dilenmezdi. Dolaşırken mahallede hiç kimsenin bağına, bostanına izin almadan girmez, daldaki meyveye dokunmazdı. Kendi halinde, masum bir yoksuldu. Karanlık bir kilise kalıntısı içinde yaşadığından da sanki eziklik duymazdı.

Yaz bitmişti. Köyüne gitmişti Akkız. Biliyorduk sonbahara doğru Akkız gelecek. Ama günler geçti, aylar geçti. Gözlerimiz Akkız’ı aradı. Öyle alışmıştık ki, mahallemizin garip ama bir o kadar da sevimli yoksuluydu. Bir daha görülmedi mahallede Akkız. Daha sonra haberi geldi. Akkız İspir'de o yaz ölmüş.

Bunu duyunca Akkız'a taş atan çocuklar bile üzülmüştü. Bir gün annemin Akkız'ın ölümüne ağladığını da gördüm.

Orta Mahalle uzun zaman Akkız öldü diye yasa büründü. Akkız yoksuldu ama Orta Mahalle için ayrı bir renk, ayrı bir kültürdü. Rahmet olsun ruhuna. Yoksula, özürlüye insan olarak davranmak ve bakmak gerek. Akkız'la daha çok renkliydi mahallem.

Bugün sanki Akkız bizim evin kapısının eşiğinde oturuyor, annemle konuşuyor. Öyle geldi bana. Şimdi ikisi de yok. Gözler   bu güzel iki insanı arıyor.

Şair dediği gibi, gidenler memnun ki yerlerinden, bir daha dönmediler.

Ruhları şad olsun mekanları cennet olsun.