AKÇAABAT’TAN
Cengiz Bölükbaşı
Elbette bu yazılarımı her alanda ahkam kesen, yaşını başını almış ama topluma hiçbir şey katmamışların beylik konuşmaları gibi genele de yazabilirdim. Hani vardır ya öyle tipler. Koltuğa oturunca öyle bir konuşur ki, sanırsın dünyayı o fethetmiş. Uygulamada kendi ailesi dışında kimseye bir bardak çay dahi ısmarlamaz tipler.
Ben Akçaabat’ın en az 30 yılını net biliyorum. Bazı sohbetlerin içinde kapital manada zengin, gönül olarak çok fakir adamlarla karşılaştım. Maalesef onlarla aynı havayı soludum ve aynı ortamda bulunmak zorunda kaldım.
Bu adamcağızların şöyle bir sorunsalları var kendi içlerinde: Bu şehri var eden benim ama bana saygı göstermiyorlar. Ne demek yani? Bu şehirden kastı kendi çoluğu çocuğu, akrabası, kaynı, eniştesi, damadı, halasının oğlu, dayısının kızıysa haklılar da dış dünyadaki herhangi biriyse çok lüzumlu görmüyorum dediklerini. Siz de görmeyin.
Zira bunlar iş sahalarında böyle yaparlar. Mesela bir iş kolu içinde ondan başkasının olamaması için oldukça gayret sarf ederler bunlar. Sana bana bir şey vermez. İş anlamlında herkesin onun eline bakmasını ister. Sözde el altından iş yaparlar, Kendi iş yerlerini kurtarabilmek adına kamu ne kadar zarar ederse etsin önemli değil kafasındadır bunlar.
Son zamanlarda bunların hikâyeleri şehirde çokça dinlenir olunca kısa kısa yazayım dedim.
Belki denk gelir birisine de şöyle “ulaaa demek ki millet bizi öğrendi aman sesimizi daha çıkarmayalım.” der için için.
Bu adamlardan iş istediğinizde, meselâ atom mühendisisiniz yani nükleer enerji mühendisi, hemen eline telefonu alır ve karşısında mutlaka bir köfteci tanıdığı vardır. Arada geçen diyalog şöyledir
- Alo gardaşım nassın?
- Sağ ol abi buyur.
- Gardaşım sana has bi delikanlı yolluyorum. Atom mühendisi, iki dil biliyor. Şimdi senin orda komi olarak başlasın sonra alır yürür.
- Abi emrin olur.
Diyalog böyledir bu gönlü çok zengin abilerimizin. Lakin kendisi özel üniversitede parayla ve 4 yıllık fakülteyi 7 yılda zor bitirmiş oğlu ya da kızı için telefonu kaldırır Ankara’ya. Karşıdaki ses mutlaka önemli bir abidir. Hükümetin bir kanadındadır. Bir de ismiyle hitap ederle onlara. Örneğin bu milletvekilinin adı İsmail olsun. Ya da bakanın adı Cengiz. (Patronuma da gönderme olsun bu arada.)
O açından diyalog şöyledir.
- Alo, selamünaleyküm, mübarek nassın
- Abi sağ olasın, siz nasılsınız?
- Sağ olasın. Bizim uşak okudi, mezun oldi. Çok zeki. İngiliz Dili ve Edebiyatı’ndan mezun ama İngilizcesi zayıf. Ama fakulteleri bitirdi. Şu bilmem ne daire başkanlığına daire başkanı olarak atasak oni nasi olur? Biliysin sana çok emeğim geçmiştir. (Emek dediği de gençlik kollarına göstermelik ısmarladığı ucuz tavuk dürüm, onun da ayranı yok.)
- Abi bakalım Sayın Bakan’la konuşalım, yapalım sana bir iyilik.
Bir de bakmışın ki daire başkanı olmuş süzer zekâ çocukları.
O atom mühendisi mi? Önümüzdeki ay garson olarak atanacak ama sezon bitmezse.
Yani diyeceğim o ki bizim zenginlerimiz % 90 bu karakterdedir.
Ama onları çokça duyarsınız. Duyunca da Battal Gazi filmlerini unutursunuz onlara hayran kalmaktan.
Hasıl-ı kelam diyeceğim o ki, sizi biz tanıyoruz. Sizi bu toplum tanıyor. Yakamızdan düşmeyeceksiniz ama böyle arada bir sizleri ve sizlerin bu zihniyetinizi kepaze etmek için yazacağım. Ta ki siz oturduğunuz yerde haddinizi bilene kadar.
Efendim bir konumuz daha var; trafik meselesi. Yani bitmeyen konu. Trabzon’da bir örneği yapılmış. WhatsApp hattı kurarak hatalı park yapanlara cezai işlemleri yapılıyormuş. Akçaabat Emniyeti’ne de katkı olur. Maalesef bizim İçişleri Bakanımızı ziyaret eden ekibin Sayın Ali Yerlikaya’ya “Akçaabat’ta polis yok, ekip az. Bu sayıyı arttırmak gerekiyor.” dediğini hiç zannetmiyorum.
Haftaya Ankara’ya gideceğim. Eğer bir görüşme sağlayabilirsek Sayın Bakan’la Akçaabat’taki bakanlığını ilgilendiren konuları görüşeceğim.
Kalın sağlıcakla...