Mehmet Salih KÖSE

Tarih: 24.09.2024 13:31

KENTİMİN DOĞUSUNDAN YOLA ÇIKMAK

Geçen gün batıdan başlamıştım kentimi gezmeye. Yoros’dan çıkmıştım yola. Sonra birkaç arkadaşa rastladım. Şöyle dediler bana: “Senin yaşadığın kentin doğusunda ne var ne yok? Bir gez anlatsana.”


KÖŞE BUCAK

Mehmet Salih KÖSE

Eğitim Uzmanı

Bu dostları da kırmayalım dedik. Çıktık yola. Akşamdan yağan yağmur, toprağa düşen sonbahar yapraklarını biraz çamura bulamış. Yürüyorum. Bazı yapraklar esen rüzgarla döne döne bir köşeye sığınmış, sudan çıkmış balık gibiler. Sonbaharın ilk ayı yavaş yavaş sonbahar şiirine bürünmeye başlamış. Yakında başlar Ekim rüzgarları.

Nereden çıksam yola? Trabzon tarafından mı? Akçaabat tarafından mı? Bakıyorum iki taraf da sanki pisli değnek. Doğuda Şehir Hastanesi şantiyesi, Akçaabat tarafında şantiye. Toz duman. Kirlenen Karadeniz suları. Sonra Sera (Yıldızlı) denilen yerde eskiden çiçek açan domateslerden, salatalıklardan, patlıcanlardan, biberlerden eser yok. Koca alan Karayolları binası. Deniz tarafında köşeye sıkışmış üç beş kayık. Maliye kampı şantiyelerin çimento tozlarından korkuyor. Az ileride askeri kamp arazisi. Denizle sohbet eden üç beş ihtiyar çam ağacı. Onlar da kaderlerine küsmüş. Akşamları etrafında dolaşır üç beş berduş, sarhoş. En çok da çekindikleri esrarkeşler. Bir kibrit çakarlar cayır cayır yanarız diye çam ağaçları titremede. Çöpler mi? Onlar zaten her yerde. Yere çöp atmak, sokağa çöp bırakmak, tükürmek sanki moda bu şehirde. Çamlar arasında, katliamdan kurtulmuş üç beş kavak ağacı, sararmaya yüz tutmuş.

Kısaca dostlar, hüzünle başlıyorum buradan yolculuğa. Hani o sebzeler, hani nüktedan külüstür aracı ile Seralı Temel Amca? Şu an gördüklerim, çocukluğum ve gençliğimde gördüklerime hiç benzemiyor. Bir umut vardı içimde. Askeri kamp yerine güzel bir Orduevi yapılacaktı. Galiba o proje de raftan çoktan kalktı.

Zannetmeyin serzenişle ve hüzünle başlayacak bu yolculuk. Güzel izleri de takip edeceğiz bu yolculukta. Yine üç beş fidan yetiştiren tanıdık yüze rastlarız belki. Boşa bu bölgeye Sera denilmemiş. Toprak eşelendikçe bir farklı ürün veriyor. Bu sebeple domates, patlıcan, biber, pırasa, fidan yetiştiriciliği, eski usulde az da olsa devam ediyor bu vadide. Hatta yolda “... fidanı bulunur” levhalarına rastlamak mümkün.

Yıldızlı'nın içinde eskiden kalan dere kenarındaki o ulu çınar ve üç beş eski dükkân ile o meşhur su değirmeni. Bu değirmenden mısır unu almanız mümkün. Çınar altında çay da içebilirsiniz, suyun akış sesini duyarak.

Güneye doğru yola devam ediyoruz. Batımızdaki yamaçlara yapılan en pahalı ve lüks rezidanslar. Balık yeme yerleri. Doğumuzda Akyazı yamaçları, dik kayalıklar, tepede özenle yapılmış villalar. Sera Deresi boyu çınar ağaçları; yaprakları bir bir sararmış, düşmeye yüz tutmuş. Hafif bir rüzgâr beklemekte. Eğer bu vadiyi eskiden görmüş ve biliyorsanız ve duygularınızdan eksilme yoksa farklı sözler çıkar yüreğinizden. Belki de üç beş gözyaşı dökülür gözünüzden. Ama sakın gözyaşınızı umursayacak insan beklemeyin. Devam edin yola. Sola sapın, dere içine girin, çok soğuk pınarı olan bir alabalık çiftliği göreceksiniz. İsterseniz oturun yemle beslenen alabalık yiyin. Ama tavsiye etmem. Karadeniz'de bu aylar bol bol palamut var. Alın bir tane evde yapın, oturun ailece yiyin. Hem kesenize dokunmaz hem de kendi beğeninize göre hazırlamıştır eşiniz.

Nihayet Arap turistlerin Trabzon'da ikinci tercih ettikleri Sera Gölü'ne vardık. Göl kenarı yemek yeme yerleri. Hepsinin fiyatı ayrı ayrı. Ama benim tercihim hep yarımada gibi yerde olan Pirali'nin yeri. Bu isim bile nostalji oldu. Köfteyi tanıtan adam. Rahmet olsun ruhuna. O işi evladı devam ettiriyor. Daha birçok yer var. Trabzon Büyükşehir Belediyesi’nin işlettiği tesisler de mevcut.

Eskiden bu gölün batısı mandalina ağaçları ile doluydu. Bu mevsimde yol kenarlarında mandalina satarlardı insanlar. Çoğunu yok ettiler ve yerlerine fındık diktiler. Ayrıca bu topraklarda iyi tütün yetiştirilirdi. İlk defa mandalina olmayan yamaçlara baktım. Tepede heyelan olan uçurumların korkunç görüntüsü ve TOKİ binaları, yine yemek yeme yerleri. Tepeden bakıyorlar Sera Gölü'ne. Göl içinde pedal çeviren Arap turistler. Ne kadar güvenli, onu da yetkililere sormak gerekir.

Doğal çevrenin vahşice tahrip edildiğini, bu yörenin eskisini bilenler hemen fark eder. Sonbaharda her ne kadar sular berrak olmasa da sararmış ağaçlar farklı duygular yükler insana. Kahvede insan oturacağına burayı görmek gerekir. Yayan da gidilir. Göl sahile çok yakın. Üç dört kilometre kadar. Kenarlarda çay içme yerleri var. Garsondan çay istesen, sana dertlerini getirmez, çok güzel demlenmiş çaylar sunar sana. Oturacak, demli çayını içecek, hafif rüzgâra bakacak, sarı yaprağı tanıyacaksın. Belki de sonbahar bile farkında değildir o an senin küçük kalbinden. Sakın giderken yolda gördüğün yırtık afişlere kafanı takma. Onlar senin düşünceni çelmek içindi. Sonbahar rüzgârı yırttı, geçti. Sen duygularını kitap gibi doğaya açıver diyor sanki bana eski mezarlık ve eski cami. O mezarlıkta yatar eski şefimiz Özcan ve Müftü olan ağabeyi. Onların da rahmet olsun ruhlarına. Onlar bu dünyada iz bırakıp gittiler. Onların yattığı yerin eski adı Fakelenza, yeni adı Demirtaş.

Bu mahallenin tarihi ilginç ve çok eski. 1461 yılında Trabzon fethedildi. Bu fethe katılan 90. Alay’dan kalan birkaç asker buraya yerleşti. Daha sonra Konya'dan gelen bir aile yine buraya yerleşti. Soyadı kanun çıkınca askerken yerleşen aileler Doksan soyadını aldı. Konya'dan gelen ailelerin torunları ise Tütüncü soyadını almışlardır. Tütüncü soyadlı kişilerden birçoğu Viyana'da iş kurmuş, et, lokanta ve fırıncılık üzerine iş yapmışlar. Değerli iş adamları olmuşlardır. Ayrıca bu mahallede Çoban, Onüç, Özcan, Özer, Öztürk, Özdemir, Hacısalihoğlu, Salih ve Uzun soyadını taşıyan aileler de yaşar. Bu bölge eskiden çok iyi tütün yetiştirirdi. Bilhassa yurt dışına gidenler mahalleye çok güzel ev ve villalar yapmış, iş yerleri açmışlardır. Güzel bir restoran, düğün salonu, fırın, bakkallar var dere kenarında.

Yola devam edelim. Derecik'e girmeden tarihi eski mezarlıktan doğuya doğru yol alırsak Karaman'a varırız. Batıya dönersek harika bir kızılağaç ve pelit ormanlarının içinden İlana’ya (Uğurlu) varırız. Sebze ve tütün yeridir burası. Bu bölge, Akçaabatla ilişkisini kesmeyen ve Akçaabat pazarına gelen tek bölgedir İlana. Benim buradan bir önerim var fotoğraf sanatçılarına. İlana’nın girişindeki o küçük ormanı mutlak sonbaharda ziyaret edin. Çok güzel sarı sarı kareler yakalayacaksınız. Akçaabat'ta ilk defa fındık bu bölgede yetiştirilmeye başlanılmıştır.

Hadi sözü uzatmayalım. Şu cümleyi de ekleyerek yola devam edelim. Söylemezsek olmaz. Mehmet Ağanın Çayırı İlhana'nın başındadır. Çoğu zaman dumanlı olur. İsterseniz İlana'dan Yeşilyurt’a (Lahana) ve Çarşuda'ya (Akören) da geçilir, Fiz’den (Demirci) doğru Kalanima Deresi’ndeki Düzköy yoluna birleşebilirsiniz.

İlana adı geçince öğretmenimiz Osman Tok'un ismini yazmadan geçmeyelim. Sınıf arkadaşımıza okulda “Kır Uşağı” demesinin hikayesini de gün gelir anlatırız. Yolumuz uzun, zamanımız kısa.  Saat 15.30'da Akyazı'da Sebat Gençlik'in maçı var. Bu maça tüm bu yöre insanını da bekleriz. Her ne kadar bu bölgede üç beş kişi “Biz Ortahisar'a bağlanmak istiyoruz” dese de biz bir bütünüz ve Akçaabatlıyız. Bu tür sözleri biraz da yadırgıyorum.

Derecik bir nahiyeydi bir zamanlar. Nahiye müdürü vardı. Trabzon'un birçok ilçesinden daha büyük ve geniş bir alanı var.  Lisesi var. Okulları var. Marketler var, benzin istasyonu var. Asayiş için kolluk binası ve jandarması var. Yolumuz dere boyu. Dere sonbahar şarkılarını söyleye söyleye koşar Karadeniz'e. Sanki bir sevda kuşu. Çabuk çabuk varmak ister sevgilisi denize. Vurur taşlara başını, sınırsız hasretinden duymaz su acısını. Hatta zaman zaman öyle hızlı koşar öyle coşar ki sürükler dağı taşı. İşte o zaman doğal afet olur adı. Kimse sormaz dereye, neden bu kadar hırçınsın diye.

Farkına varmadan Kaloyna’ya (Oğulkaya) vardık. Dere kenarında kapalı bir okul ve yeni yapılmış cami. İç içe girmiş evler. Rivayet odur ki eskiden bu dere içinde gece sabaha kadar kumar oynarmış erkekler. Bu sebeple “kal, oyna” adını vermişler. Kumar ne evleri yıkmıştır. Acı hatıraları vardır belki de bu yörede.

İki üç kilometre daha yol aldık. Yol asfalt. Bir yol doğuya doğru yöneliyor. Biz şöyle batıya doğru yol alalım, dönüşte doğu yoluna saparız diyoruz. Ağaların yeri Haraka’ya (Yolbaşı) varıyoruz. Haraka denilince aklıma gelir bıyıklı ve foterli muhtarı. “Ben ağayım” derdi. Fındık memleketi.

Devamı girişi heyelanlı olan Layer (Fındıklı). Merkezinde küçük bir çarşı. Gelene hoş geldin derler ve çay ısmarlarlar. Hoş olur sohbetleri. Devamı Kokona (Uçarsu). Madensuyu olan yer. Düz bir çimen ve ceviz ağaçları vardı eskiden. Dere içindeki okul da kapanmış. Oysa bir zamanlar çok uğraşmıştı astsubay emeklisi rahmetli muhtarları. Köy evi yapmak istedi, başladı, yarıda kaldı. Sonra kaybolan şifalı maden suyunu çıkarmak istedi. Bu su böbrek taşlarını düşürüyormuş. Eskiden hafta sonu panayır gibi oluyordu bu suyun yanı. Çok geniş ormanları var. Buranın alanı çok geniş. Üç mahallesi var: Merkez, Kırlı, Çamlıca. Ayrıca Konak ve Güney diye iki de küçük yerleşim yeri var. Dere içinde alabalık yetiştirilen bir yer var. Bu mahallede soyadları Aydın, Babul, Bostan, Hamaloğlu, Hasta, Köroğlu, Kurt, Kaba, Şahin, Ulu, Yalçın ve Yılmaz olan aileler yaşar. Daha çok Trabzon'da iş adamıdırlar. Okul arkadaşım İsmail Yapar da bu mahalledendir.

Kokona'yı da bu yıl çok etkilemiştir kahverengi kokarca. Önlem alınmazsa bu yörelerde fındıkçı çok zarar görecektir. Bir an önce önlem alınmalı. Yoksa bu böcek de bölgeyi boşaltma projesi mi? Artık bunu ekonomistler ve sosyal araştırmacılara bırakalım. Dere içinden doğuya doğru devam edelim. Yavaş yavaş Maçka Hudutlarına doğru yaklaşıyoruz. Önümüzdeki mahalle Çukurca. Burası da heyelan bölgesi. Çukur bir yer. Benim de akrabam olan Maçkalı Ahmet Amca burada yaşarmış. Sonra evlatları yorgancılık yapmak için İstanbul'a gitmiş. Doğu ve kuzey yönleriyle Maçka ile hudut. Burada Batur, Bayram, Cesur, Çolak, Koyun, Hasta, Özmen, Topal, Tosun, Ulusoy ve Yayla soyadlı aileler yaşar. Eskiden Ermenilerin çok olduğu bir yermiş. Sonradan bu aileler buraya yerleşmiş. Devamında Maden Mahallesi var. Muhtarlık seçimleri sebebi ile Fındıklı'dan ayrılmış. Eskiden burada maden ocakları varmış. Ermeniler maden çıkarır ve işlemişler. Şimdi kapanmış. Burası orman köyü statüsünde.

Geri dönelim ve biraz bozuk yollardan Mala’ya yani Cevizlik'e varalım. Akçaabat'ta iki mahalle var.B unlar bir birine karıştırılır. Biri Cevizli (Ekrem İmamoğlu'nun köyü), diğeri Cevizlik. Bu yerleşim yeri yine muhtar seçimi sebebi ile 1952 yılında Uçarsu'dan ayrıldı. Ağaların köyüdür. İki bölümden oluşur. Mala ve Avray (Çardaklı). 1915 yılında Ermeniler bu köyden ayrılınca önce Sağlam soyadlı aile, arkasından Cirit, Başocak, Akbaş, Akbulut, Akyüz, Altunbaş, Arslan, Bayburtlu, Bostan, Kahraman, Karadirek, Karataş, Kitapçı, Kurt, Kuvvet, Öksüz, Uzun ve Yurtsever soyadlı aileler bu bölgeye gelip yerleşmiştir. Şelalesi meşhurdur. Turizm bölgesi ilan edilmiştir. Yalnız devlet eli değmesi gerekir. Üst tepede yaylalar vardır. Maçka yaylaları ve Akçaabat Yaylaları. Volkan Konak'ın yayla evi bu tepedeki yayla içindedir. Mutlaka görülmesi gereken bir yerdir. Hele de sonbahar ve baharda bu şelaleyi görmek insana huzur verir. Şelale suları ile yuvarlanıp giden kestane yaprakları, yayladaki vargit diyen çiçekler.

Hadi İleliler kızmasın bizlere. En çok okur yazarı olan, bürokratı olan yerdir İle. Diğer adı Akçaköy. Çok güzel bir okulu vardır. Eskiden bir de lisesi vardı. Ama sonradan kapandı. Öğrenci yetersizliğinden veya okul müdürünün olumsuz tavırlarından veya çevre halkının duyarsızlığından. Ayrıca burada dört tane de ilkokul, bir ortaokul ve sağlık ocağı vardı. Eskiden yolu yoktu. Şimdi asfalt yolu var. Trabzon Büyükşehir’den otobüs kalkar. Merak edenler Moloz’dan bu otobüsle buraya gidip gezebilir.

Gitmeden önce dere kenarında yüksek yüksek evleri olan Horcorot’u (Dumankaya) da görelim. Burası eskiden tütün yetiştirirdi. Şimdi tamamen fındık yetişiyor. Ailelerin çoğu devlet memuru veya Trabzon'da esnaf. Nüktedan bir müftüsü vardı Akçaabat’ta da görev yapan. Akçaköy'ün de Derecik'in de amatör futbol kulüpleri var.

Şimdi kulağıma gelir gibi oluyor. Otur oturduğun yerde. Bak saydığın soyadlarından başka soyadları da yaşar bu bölgelerde. Bizimkisi tamamen duyduklarımız. Anlayın artık. Biz gezgin bir seyyah değiliz. Yazdıklarımız amatörce. Bazen sağda solda gördüklerimiz diyor ki “Yaz, daha çok yaz. Biz okuyoruz.” Biraz da yazdıklarım bu güzel dostlar için. Eksiğimiz var mı? Binlerce var. Ben yazarken kendimi bazıları gibi naza çekmem. Olduğum gibi yazarım. Benim için benlik doğru değil. Kibir bir nevi kabalık. Benim de kendime göre bir dünyam var. Kimi zaman duyduğumu kimi zaman gördüğümü yazarım.

Maç saati yaklaştı. Maça gitmeden önce bu anlattığım bölge insanıma bir sözüm var. Biz Akçaabat insanı olarak bu bölge insanını çok seviyoruz. Sizleri esir almak gibi bir niyetimiz asla olamaz. Hiç değilse salı günü bir ürününüzü getirin Akçaabat pazarına. Yanımızda olun sosyal ve kültürel etkinliklerde. Büyük severdi eski insanlarımız. Örnektir bu konuda İlana. Tütün bitti, pazar bitti olmasın. Biz birlikte büyürüz. Birlikte varız.  Bu bölge insanı gün geldi bu kentin baharı oldu, gün geldi karanlık günleri aydınlatan mum oldu. Sera Dersi, Uçarsu Şelalesi, bizim için bir kültür. Uçarsu maden suyu bir zamanlar bizim içindi bengisu. Çare oldu sızılarımıza. Su verdi yanan ruhumuza.

Atalarımın sözüdür: “Kişi ırak olursa gözden, ırak olur gönülden.” Bense başka duyar başka düşünürüm. Ben gözden ırak olanı, ölesiye özlerim. Uzakta olmak uzak olmak değildir. Sorunlar bunaltıyor beni deme. Gün gelir, zaman geçer çözülür. Selam olsun bu bölge insanına. Burada tanıdığım dostlara. Ben Sebat Gençlik Maçına gidiyorum. Cebimdeki, “Biz Orta Hisar'a bağlanmak istiyoruz” yazılı kağıdını yırtıp denize attım. Arkama döndüm geçtiğim o vadiye baktım. Gerçekten gidilmesi, görülmesi gereken yermiş. Gidip görmeye değer.

Yeni yeni öyküler açıyor yüreğimde. Hadi hayırlısıyla şu maçı alalım yeter. Sebat sabrın değil Cumhuriyet'in bir diğer adıdır. Şarkılı türkülü bol neşeli bir maça bekleniyorsunuz. Bir olmak dostluktur. Ayrılık ve yenilgi hüzün verir insana.

İyi haftalar hepinize. Bir dünya olsun gönlünüzce.